AŞAĞIDA ANLATILANLARI
ACELE ETMEDEN VE İYİ DÜŞÜNEREK OKUYUN
ÖLÜME HAZIRLIKLI OLUN
Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Ne yarın sabah
uyanacağımızdan eminizdir nede bu yazıyı okumayı bitirdiğimizde hala hayatta
olacağımızdan. Bu durumda her insanın kendisine samimi olarak sorması gereken
bazı sorular vardır:
- Bize bu kadar yakın olan ölüme gerçekten hazır
mıyız?
- Hayatımızda bu çok önemli gerçeği unutmadan
yaşıyor muyuz?
- Ölüme hazır olabilmek için ne yapmak gerekir?
Ölüme
hızla yaklaşıyorsunuz. Her gün ölüme biraz daha yaklaştığınızın farkında
mısınız? Ölüm sizi her an yakalayabilir. Kimbilir o an, belki de şu andır ya da
size çok yaklaşmıştır. Ölüm insana bu kadar yakınken, kişinin gaflet içinde
hayatına devam etmesi, freni kopmuş bir kamyonun hızla üstüne geldiğini
gördüğü, çarpıp onu parçalayacağını bildiği halde imkanı varken önünden
çekilmemesine benzemektedir.
Belki de
bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmış
son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken
bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta
olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil
bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu
yazıları sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm
size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz
bir anda gelecektir.
Bir gün
öleceğinizi, bedeninizin toprağın altına gömüleceğini, üzerinize toprak atan
tanıdıklarınızın, sevdiklerinizin sizi toprağa gömdükten sonra mezarınızın
başından ayrılıp günlük işlerine devam edeceklerini, sahip olduğunuz herşeyin
ölümünüzle birlikte yok olacağını düşündünüz mü? Ölümünüzden sonra sizi nasıl
bir hayatın beklediğini hiç düşündünüz mü?
Bu durumu
kendi üzerinizde de düşünün: Herşeyden önce, ölüm size hiç beklemediğiniz bir
anda gelecek. Yani büyük bir ihtimalle hiç hazırlık yapma imkanınız olmayacak.
O anın şu an olmaması için de hiçbir neden yok. Buna benzer bir anınızda birden
ölümle karşılaşacaksınız.
İnsan ne kadar direnirse dirensin, nereye sığınırsa sığınsın, nereye kaçarsa
kaçsın, aslında farkında olmadan her an kendi ölümüne doğru koşar. Önünde başka
bir kapı, tercih veya çıkış yolu yoktur. Geri sayım sürekli devam eder. Ne yöne
dönerse ölüm onu oradan karşılar. Çember sürekli daralarak ona doğru yaklaşır
ve sonunda kıskıvrak yakalar. Allah'ın kanununda yine bir değişme olmamıştır.
Kaderde belirlenmiş bir anda ve yerde ölüm onu yakalamıştır.
Ne zaman öleceğinizi bilmediğiniz için o nedenle ölüme hazırlıksız
yakalanmaktan, hesabını veremeyeceğiniz, ihmal ettiğiniz, ertelediğiniz, gevşek
tuttuğunuz konuların olmasından çok korkup sakınmanız gereklidir. Çünkü ölüm
melekleri geldiğinde artık eksiklerinizi tamamlama, yapmanız gerekenleri telafi
etme gibi bir imkanınız olmayacaktır. O ana kadar yapıp ettikleriniz yanınıza kar
yada zarar olarak kalacak ve bunlardan hesaba çekilerek hakkınızda hüküm
verilecektir. Ölüm gerçeğini düşünmeyerek ölümden uzak durmak değil, aksine
ölümün yakınlığını düşünerek harekete geçmek insana fayda sağlayacaktır. Her an
her saniye ahirete geçilebileceğini unutmamak, cehenneme gitme ihtimalinden
korkmak ve bu nedenle cennetteki sonsuz nimete kavuşmak için hazırlık içinde
olmak herkes için çok önemlidir. O halde akılcı olan, düşünmeyerek ve unutmaya
çalışarak kesin olarak gerçekleşecek bir olaydan kaçmak değil, bu gerçekle
karşılaşabilecek şekilde hazırlık yapmaktır. Kişi ölümün ne kadar yakın
olduğunu ve insanı hiç beklemediği bir anda nasıl apansız yakalayabildiğini
düşünmelidir. Bunun yanında dünya hayatının çok kısa olduğunu ahiret için birşeyler
yapabilmenin ne kadar aciliyetli olduğunu kavramalıdır. Çünkü insan, dünyaya
bir kez gelir, bir kez imtihan olur ve öldükten sonra bir daha bunun geri
dönüşü mümkün değildir.
Bir yerlere ulaşmaya
çabalayan insanın karşısına aniden bir cenaze arabası çıkabilir. Bu ise aslında
insanı kendisine getirebilecek çok önemli bir fırsattır. Karşısına çıkan bu
görüntü ona ölümü hatırlatmıştır. Bir gün kendisi de o arabanın içinde
olacaktır. Buna hiç şüphe yoktur, ne kadar kaçınsa da er geç ölüm onu
bulacaktır. Belki yatağında, belki yolda, belki de tatilde bir yerde bu
dünyadan mutlaka ayrılacaktır. Çünkü ölüm kaçınılmaz bir gerçektir.
Çevrenize bir bakın;
gördüğünüz tüm insanlar, arkadaşlarınız, akrabalarınız kısaca dünya üzerinde
var olan her insan, daha önce yaşamış milyarlarca insan gibi mutlaka
öleceklerdir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak insanın düşebileceği en büyük
gafletlerden biridir. Oysa ölümü uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan
insan, bilemeyeceği bir zamanda ve yerde ve herhangi bir nedenle mutlaka
ölecektir.
Unutmayın; ne genç ne
yaşlı, ne güzel, ne çirkin, ne zengin ne de fakir olmaları, ne ünleri, ne de
mevkiileri bugüne kadar yaşayan insanları ölümden koruyamamıştır. İnsan düşünse
de düşünmese de bu kaçınılmaz olayı, hiçbir aşaması eksik kalmaksızın bizzat
yaşayacaktır. Her an ölebileceğini düşünen bir insan geçici şeylerle oyalanmaz.
Kalıcı işlere yönelir ve gelmeden önce ölüme hazırlanır.
Siz şu an bu satırları
okurken ölümün yakın olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama kesin gerçekleşecek
olan bu gerçeği biraz daha derin düşünün; kimbilir belki de buradaki yazıların
tamamını okuyamadan ölüm sizi bulacaktır. O halde, sakın ölümün size de, tüm
diğer insanlara da çok yakın olduğunu unutmayın.
Ölümle karşılaşmanız
için detaylı birtakım olayların art arda gerçekleşmesi gerekmez. Allah, ölüm
vakti gelen kişiye ummadığı bir zamanda ölüm meleğini gönderir ve bir anda
canını alır. Bu, şu an oturduğunuz yerden kalkamadan da gerçekleşebilir.
Bulunduğunuz odada aniden ölüm meleğini karşınızda görebilirsiniz. Yanınızda
arkadaşlarınızın, ailenizin olması da bir şeyi değiştirmez, onlar sizi ölümden
koruyamazlar. Öyleyse her insanın Allah'ın görevlendirdiği ölüm meleği
tarafından hayatına son verileceğini ve böylelikle Allah'a döndürüleceğini
sakın unutmayın.
Öldükten sonra dünyada
yapılan hataların, işlenen günahların telafi edilmesi asla mümkün değildir. O
halde insanın kaybedeceği tek bir an dahi yoktur. Yaşadığı dakikalar göz açıp
kapayıncaya kadar geçmekte, insan ölüme her geçen saniye daha da
yaklaşmaktadır. Üstelik ölümün ne zaman, hangi gün ve saat kendisini
bulacağından da emin değildir. Bir gün mutlaka ölecek ve dünyada yapmış olduğu
davranışlar ile yaşadığı hayattan dolayı Rabbinin huzurunda hesaba çekilecektir.
Bu nedenle insan çok
yakında öleceğini sürekli aklında tutmalı ve ahirette pişman olmamak için
yaşamını yeniden gözden geçirmelidir.
Şu an ölüm melekleri
ile karşılaşmış olsa, acaba geçirdiği bunca senenin hesabını verebilecek midir?
Bugüne kadar Allah'ı
razı etmek için neler yapmıştır?
O'nun hükümlerini
uygulamadaki titizliği yeterli midir?
Bu soruların belki de
hiçbirine verebileceği olumlu bir cevabı olmayabilir. Ama eğer, şu anda tevbe
eder ve bundan sonraki hayatını Allah'ı razı etmek için geçireceğine samimi
olarak karar verirse, Allah'ın tevbesini kabul edeceğini, onu bağışlayacağını
umabilir.
Unutmayın ki her insan
bir anda ölümle karşılaşabilir ve her ne kadar pişman olsa da bir daha geri
dönüp yaptıklarını düzeltme imkanı bulamayabilir. Bu nedenle eğer Rabbi
tarafından esirgenmek, O'nun sevdiği bir kul olmak ve ölümünden sonra O'nun
salih kulları için hazırladığı cennete kavuşmak istiyorsa, bir an önce Rabbinden
bağışlanma dilemeli ve hayatını O'nun emrettiği şekilde Kuran'a uyarak
yaşamalıdır.
Ölüm, unutulması,
düşünülmemesi gereken bir “musibet” değil, aksine insana hayatın gerçek
anlamını öğreten ve dolayısıyla üzerinde yoğun biçimde düşünülmesi gereken büyük
bir derstir. Hiç kimsenin bir dakika sonra hayatta kalacağına dair bir
garantisi yoktur. Bu nedenle, mümin sanki her an ölecekmiş gibi davranmalıdır.
Bir cenazede, herkes geçici bir süre için de olsa yaşamın kısalığının, ölümün
kesinliğinin bilincine varır. Duygu yüklü sözlerle ölümün mutlak gerçek olduğu,
Allah'ın herkesin canını alacağı tekrarlanır, ölen kişinin ise ne kadar iyi bir
insan olduğu, kalbinin temizliği konuşulur. Ancak bu sıkıntı dolu dakikalar
geçip de cenaze atmosferinden çıkıldıktan bir süre sonra, sanki o olanlar hiç
yaşanmamış gibi Allah'ın varlığı, ölümün kesinliği yine unutulur. Dünyanın
geçici tutkularına geri dönülür. Ölüm yine hiç konuşulmaz, tartışılmaz,
hatırlatılmaz.
Bazen de ölümden bahsedenlere "bunu düşünerek yaşamak insanı
çıldırtır" derler. Elbette eğer insanın ölümden sonrası için bir hazırlığı
ve güzel bir beklentisi yoksa, gerçekten de psikolojisinin bozulması normaldir.
Ölüm gerçekleştiğinde rahat ve huzurlu olmak, ahiretteki azaptan kurtulmak ve
sayısız nimetin bulunduğu cennete kavuşmak için bir çaba göstermek, bir
girişimde bulunmaktan daha akılcı ne olabilir?
Kişi Allah'ın her an
her yerde kendisini görüp duyduğunu, tüm yaptıklarını katında saklı tuttuğunu,
kendisini bunlardan hesaba çekeceğini derinlemesine düşünmelidir. Ölümün an
meselesi olduğunu, bir an sonra kendisini Allah'ın huzurunda hesap verirken
bulabileceğini ve eğer Allah'ın bildirdiği ahlakı göstermemiş, vicdanını gereği
gibi kullanmamış ise de cehennem azabıyla karşılaşabileceğini açık bir şuurla
kavramaya çalışmalıdır.
Etraftaki insanların çoğunluğunun ölüm kendilerine hiç ulaşmayacakmış gibi
davranmaları, insanda aldatıcı bir rahatlamaya sebep olabilir. Bir hatayı
işleyen çok sayıda kişinin bulunması insanı yanıltabilir. Bu lise yıllarındaki
"sınav psikolojisi" gibidir. Genelde sınavlar belirli bir süre
önceden öğrencilere duyurulur ve buna çalışmaları için bir süre tanınır.
Sınavın konuları da bildirilir ki öğrenciler nereye çalışacaklarını bilsinler.
Bazı zamanlar sınavın gününü ve saatini önceden bilmemize rağmen, bu sınava hiç
hazırlanmamışızdır. "Nasıl olsa daha çok vakit var" mantığıyla günler
geçmiş, sınav saati gelip çatmıştır. Sınav salonuna doğru giderken, önceden
çalışmış olanların rahat tavırları bize ne büyük sıkıntı vermiş, "keşke
ben de hazırlansaydım" diye büyük bir pişmanlık duymuşuzdur. İçimizde
derin bir gerginlik hissetmiş, "zamanı geriye çevirebilmeyi" ve
geçmişe dönüp sınava çalışmayı istemişizdir. Elbette ki bu imkansızdır, ve
artık geri dönüş yoktur. Sınavdan alınacak başarısız sonuca katlanmak
zorundayızdır.
Şimdi bir de insanın ahirette, Allah'ın huzuruna çıktığı gün yaşayacağı
sıkıntıyı ve vicdan azabını düşünelim. Şüphesiz ki bu sıkıntı, okul sıralarında
sınav saatinde çekilen sıkıntıyla kıyaslanmayacak kadar büyük olacaktır.
Üstelik kopya çekerek, öğretmenin yardımını alarak ya da başka yollara
başvurarak bu sınavı atlatmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü bu, ahirette Allah'ın
huzurda hesap vereceklerinin bilincinde yaşayan, Allah'ın dinini öğrenmeye ve
uygulamaya çalışan, kısacası "çıkacakları sınava" hazırlanan
insanlara haksızlık olur. Sonsuz adaletiyle Allah böyle bir haksızlığa asla
izin vermez, ve o hesap günü hakeden hakettiğini tam karşılığıyla alır.
Ölümden sonra Allah’ın insanları yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğini ve bu
hesabın sonucunda cennete ya da cehenneme sevkedileceğini bildirdiği halde
ahiret için bir hazırlık yapmamak büyük akılsızlıktır.
Bir insanın ölümü ne
kadar kalabalık bir ortamda olursa olsun, ölüm meleği ruhunu alırken dünya ile
ve o anda yanında olan diğer kişilerle ilişiği kesilir. Ahirette diriltilip
hesap vermeye koşarken mahşer kalabalığı içinde de yalnızdır. Çünkü, orada
kimse kimseyle ilgilenecek durumda değildir. Bu yalnızlık dünyadakine de
benzemez. Hesaba çekilme anı, dünyada gafil yaşamış bir insan için
yaratılışından itibaren o zamana kadar içine düştüğü en zor andır. O anda
hissettiği yalnızlık, yaptığı herşeyin bir bir hesabını vereceği, bu anda hiç
kimsenin olmadığını ve Allah'ın huzurunda son derece aciz olduğunu anlamanın
verdiği bir yalnızlıktır. İnsanlara Allah'ın huzurunda yalnız olacakları
Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Ve onların hepsi,
kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi,
95)
İnsanlar şu an,
cennetle cehennem arasındaki ayrıma getirilseler ve birazdan yapılacak bir
sorgulama ile sonsuz bir hayata başlayacaklarını anlasalar, nasıl bir tavır
içine girerler?
Bu şartlar altındaki
bir insanın hemen yanı başında duran ve belki de bir an sonra içerisine
atılacağı cehennemi, bile bile Allah'ın razı olmayacağı bir tavır göstermesi
mümkün olur mu?
Kuşkusuz ki hayır.
Aksine böyle bir durumla karşı karşıya gelen her insan son da olsa bir
fırsatının olduğunu düşünerek cennete girebilmek için aklını ve vicdanını son
sınırına kadar kullanır, Allah'ın en beğeneceği tavrı uygulamaya çalışır.
Dünyada iken bu durumu kendisinden çok uzak gören ve ahiret hayatından yana
hiçbir hazırlık yapmaya gerek duymayan bir insan bile büyük bir panik
içerisinde durumu telafi etmeye çalışacaktır. Ancak o gün artık telafi etmek
için vakit yoktur. Çünkü Allah'ın kullarına belirlemiş olduğu imtihan süresi
ölümleriyle birlikte sona ermiş ve hesap defterleri kapanmıştır. O ana kadar
iyilikten ya da kötülükten yana ne yaptılarsa sadece bunlarla karşılık
göreceklerdir.
İşte müminlerin dünya
hayatında gösterdikleri çaba da, ahirete, sonsuz cennet ve cehennem hayatına
kesin bilgiyle iman etmeleri, bunu akıllarından çıkarmamaları ve ölümü her an
gerçekleşebilecek kadar yakın görmelerinden kaynaklanır. Onlar ahirette bu korkuyu
ve pişmanlığı yaşamamak için, dünya hayatları boyunca kendilerini her an bu
toplanma yerinde haklarında karar verilmesini beklermişçesine düşünürler. Sanki
oraya gitmiş, cennetin güzelliğini ve cehennemin korkunçluğunu görüp de dünyaya
geri dönmüşlercesine açık bir şuur ve imanla ahirete hazırlık yaparlar. Ve
böylece karşılaştıkları her olayda olabilecek en vicdanlı ve en güzel tavrı
ortaya koyarlar. Çünkü bilirler ki, gösterdikleri en ufak bir gevşeklik ya da
bir vicdansızlık, o gün yürek acısı olacak pişmanlığa neden olabilir.
Genç, yaşlı, zengin, fakir demeden ölümün her insanı, her zaman ve her yerde
bulduğunu bilmek, bu dünyaya bağlanmamanızı ve asıl olarak ölümden sonraki
sonsuz hayata hazırlık yapmanız gerektiğini anlamanızı sağlamalıdır. Unutmayın
ki, her ne sebeple olursa olsun mutlaka bir gün ölecek ve Allah’ın huzurunda
hesap vereceksiniz.
Ölümün uzak olduğunu düşünen bir
insanın ne kadar büyük bir aldanış içinde olduğunu sakın anlamazlıktan
gelmeyin. Ve bu apaçık gerçeğin insana verdiği şuur ve vicdanla her an
ölebilecekmiş gibi, Allah’ın hoşnut olacağı bir yaşam sürün.
Gözümüzün önünde tek
bir dünya var gibi gözükürken aslında insanlar sayısınca dünya vardır. Her
insan bulunduğu zaman ve mekan şartları içinde farklı bir dünya şartlarında
yaşar. İnsan hayatı bir sinema ise, bu sinemanın hem yönetmeni, hem de başrol
oyuncusu kişinin kendisidir. İnsan hayat boyu kendi filmini kayıt altına alır.
Kendi ‘harddiskine’ veya CD’sine kaydeder. Sinema perdeleri gibi hayat karelerini
bir bir yaşamaya devam ederken bir gün gelir ki perdede bir ‘son’ yazısı ile
karşılaşır. Bu yazı artık bu dünya şartlarında kayıt işleminin sona erdiğinin
işaretidir. Bu noktadan sonra kayıt işlemi sona ermiş ve ölüm sonrası seyir
işlemi başlamıştır. Kişi ömür boyu kayıt altına aldığı hayatını, ölüm sonrası
seyretmeye başlar. Hem de en gerçek hali ile.
İnsan ölümü ile
birlikte kendi hayatını orada seyretmeye başlar. Herkes orada bizzat kendi
kaydettiği dünyasına bakar. Sonsuza uzayıp giden sinema perdelerinde veya dev
ekranlarda kendi hayatını seyreder. Şayet kişi inançlı bir hayat yaşamışsa,
hayatını Allah’ın emirlerini yerine getirerek süslemişse, günahlardan
kaçınmakla hayatını korumuşsa önüne çıkacak hayat filmi elbetteki cennete
uzayıp giden bir görüntü oluşturacaktır. Öte yandan diğer bir insanda Allah’ın
emirlerine gereği gibi uymamış, Allah’ın yasaklarından kaçınmamışsa, Allah’ın
rızasını kazanamayıp öldüğünde dünyada eşi benzeri görülmeyen dehşetli bir
korku filmini aynı dehşet içinde seyretmeye başlayacaktır. Bu korku filmi kendi
hayatıdır. Başroldeki kendisidir. Hayat filmini bu kadar dehşetli bir hale
sokan yine kendisidir. Böyle iç karartan dehşetli bir filmi, insan seyretmeye
dayanamaz. Müthiş bir korkuya, müthiş bir üzüntüye kapılır. Bu hayat kirli bir
hayattır. Böylesine kirlenen bir hayatı da temizleyecek olan ancak cehennemdir.
Allah böyle bir kirliliği mülkünde barındırmaz. Cehennemi ile temizler. İşte
cehennemin bu temizliğini gören kişi ise azap halini yaşamaya başlar.
Madem insan bu hayatta
kendi filmini çekiyor. Madem bu film, sonsuz hayatta sonsuza kadar
gösterilecektir. Ve madem hayatın başrol oyuncusu da, yönetmeni de biziz. Öyle
ise insan, hayatını Allah’ın emirlerine uyarak süslendirmelidir. Kendisini
günahlardan uzak durmakla korumalıdır. Yani insan Allah’ın rızasını ve
cennetini kazanmak için dünyada senaryosunu iyi yazmalıdır.
Ölümün bizi nerede
beklediği belli değildir. Ancak, biz onu her yerde beklemeliyiz. Akıllı olan
insanın temel özelliklerinden birisi, yarınını garanti altına almak için
bugünden çalışıp gayret etmek ve başına gelmesi muhtemel olan hadiseler için
önceden tedbir almaktır. Şu kısacık dünya hayatında bile insan, bugünden yarın
için, yazdan kış için çalışıp hazırlık yapmaktadır. Halbuki hiç kimsenin yarına
kavuşacağı hususunda bir garantisi yoktur. Gelmesi muhtemel olan yarın için
bugünden hazırlık yapan insanoğlu, gelmesi kesin olan ölümden sonraki hayatı
hatırlayıp da ona hazırlık yapmaması hiç düşünülebilir mi? Bu sebeple Peygamber
Efendimiz, ölümü çok düşünmemizi ve ondan sonrası için hazırlık yapmamızı
emretmekte, ölümden sonraki hayat için çalışan insanı akıllı insan olarak
nitelendirmektedir.
Bir insan her an ölebileceğini düşünmezse yaşayacağını zannederek hareket eder.
Yaşama hissiyle hareket eden bir insan gaflete kapılıp günah işleyebilir. Ölüme
hazırlık duyma ihtiyacı duymayabilir. Ölüm sonrası hayata gitmesine daha çok
zaman olduğunu düşünür. Bir insanın yaşayacağı hissine kapılmamasını sadece her
an ölebileceğini düşünmesi engeller. Fakat insan ölümü unutursa yine yaşama
hissine kapılarak hareket etmeye devam eder. O nedenle insanı yaşama hissinden
kurtarıp daha bilinçli bir hale getirmeyi sağlayan ölümü düşünmek ve ölüme
hazırlıklı olmak her insan için çok önemlidir.
Bazı insanlar olmayacak bir uzun süre yaşamayı ve dünyada kalmayı arzu eder ve
bunun hayalini kurarlar. Allah bu duruma işaret ederek şöyle buyurmuştur:
… (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu
azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir. (Bakara
Suresi, 96)
Yaşama ümidini kısa veya uzun tutmak, hem ahiretle ilgili amel ve ibadetleri,
hem de dünya ile ilişkileri etkiler. Yaşama ümidini kısa tutan bir kimse,
sınırladığı süre içinde ölürse hazırlıklı ölür; ölmezse bu hazırlığın
sevinciyle yaşar ve yeni ameller hazırlar. Ümidini uzun tutan kimse ise,
hazırlıkta gevşek davranır. Onun için, hayal ettiği süreden önce ölürse
hazırlıksız gitmiş olur.
Bir kimsenin uzakta iki kardeşi bulunsa ve kendisi bunlardan birinin gelişini
yarın, diğerinin gelişini ise bir ay veya bir sene sonra beklese; elbette ki,
şimdilik yarın gelecek olan kardeşi için hazırlık yapar. Çünkü bir olaya
hazırlık yapmak, onun uzaklık ve yakınlık ölçüsüne göredir. Tıpkı bunun gibi,
ölümünü bugün veya yarın bekleyen bir kimsenin hazırlığı, ölümü daha sonra
bekleyen bir insanın hazırlığından daha akılcıdır. Birinci kimse sürenin
daraldığını görür ve elini çabuk tutmak gerektiğine inanır. İkinci kimse ise,
zamanın çabuk geçtiğini unutarak aceleye gerek olmadığını düşünür. Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Çoğu insanlar, iki nimete aldanırlar. Bu nimetler sağlık ve zamandır.” (Buhari)
Çünkü onlar, bu nimetleri kalıcı zannederler, bu yüzden de onlarla ahiret ameli
hazırlamak için acele etmezler. Sonra, beklemedikleri bir anda bu nimetleri
kaybederler. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Siz ameli ertelediğiniz gelecekten ne bekliyorsunuz? Zenginlik mi? O ise nefsi
şımartır. Fakirlik mi? O ise sersemlik verir. Hastalık mı? O dengeyi bozar.
Yaşlılık mı? O el ve kolu bağlar. Ölüm mü? O her şeyin sonunu getirir.”
(Tirmizi)
Ölümü düşünmeye engelleyen şeyler (gaflet, meşguliyet) yanında, onu düşünmeye
davet eden şeyler (hastalıklar, ölümler) de vardır. Hastaları, ölüleri görmek,
mezarlığı ziyaret etmek, daha önce ölmüş olanların hayat hikayelerini, hırs ve
tamahlarını, ölümden kaçışlarını, dünya için çalışıp didinmelerini, gülüp
eğlenmelerini düşünmek ve sonra bütün bunların bir gölge ve hayal gibi silinip
yok olduklarını görmek, ölüm gerçeğini anlamaya yardımcı olurlar.
İnsanın ölümü düşünmekten kaçınması da bu karşılaşma, yüzleşme korkusundan
ileri gelir. Bu insanlar ölümden sonrası için yeterli hazırlık yapamadığı
endişesi taşırlar. Bu kişiler her ne kadar ölümden çok rahatsız olmasalar da
yinede kaygılanır, korkarlar. Korkulan bazı şeyleri düşünmekten kaçınmak,
onunla mutlaka yüzleşeceğimiz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ölümü düşünmek,
insana hem gayesini hatırlatan, hem de onu yaşadığı asrın gündelik dertlerinde
kapılmaktan koruyan çelik bir zırh gibidir.
Yakın bir zamanda bir başkasının bizim ölümümüzle ilgili bir haberi aynı
gazeteden okumayacağından emin olabilir miyiz? Elbette hayır. Ölüme hazır
olabilmek için her an Kuran ahlakını yaşamak gerekir. Fırsat elinizdeyken vakit
kaybetmeden geleceği kesin olan ölüm için bu dünyada şimdiden hazırlık yapmanız
gerekir. Ölüm böylesine kesin ve yakın olduğuna göre, her zaman onu düşünmek ve
ondan sonrası için hazırlık yapmak aklen gerekli ve zorunludur.
Ruhunuz bedeninizden her an çıkabilir yani her an dünyadan ayrılabilirsiniz.
Kendinizi bir anda farklı bir hayat boyutunda bulabilirsiniz. Her an ölebileceğinizi
şimdiden düşünün ve ahirete şimdiden hazırlıklı olun.
HER AN DEVAM EDEN ÖLÜMLERİ UNUTMAYIN
Dünyada her an ölümler devam etmektedir. Ölen insanlar hiçbir zaman dünyaya
geri dönmemek üzere dünyadan gitmiş olurlar. Az önce ölmüş olan insanları şöyle
bir düşünün. O insanlar az önce kendi bedenlerini, malını, mesleğini, ailesini,
yakınlarını, arkadaşlarını, komşularını, her şeyini bırakıp dünya hayatından
ölüm sonrası hayata gittiler. Bu durum şu anda hala devam etmektedir. Sizde bu
duruma hızla yaklaşıyorsunuz.
Unutmayın ki sizden önce ölenler de; aynı şimdi insanların yaptığı gibi belki
az sonra yiyeceği yemeği, daha bitirilmesi gereken işlerinin olduğunu veya
ertesi gün gideceği yeri planlarlarken hiç beklemedikleri bir zamanda ölümle
karşılaşmışlardır. Şu anda yine bu düşüncelerde olup az sonra ölecek insanlarda
muhakkak vardır. Biraz sonra ölecek olan bu insanlara ölüm çok yaklaşmıştır ve
kendileri bundan gafildirler. Biraz sonra ölecek olan insanlar çevrelerinde
birçok insanın ölümüne şahit olmuştur, ama kendi ölümlerini şu anda kendilerine
uzak görüyorlar. Biraz sonra bu insanlar tüm tanıdıklarını ve her şeyini
bırakıp dünyadan gideceklerdir. Kısa bir zaman sonra kılınacak olan cenaze
namazları bile şu anda akıllarının ucundan bile geçmiyordur. Bu insanlara
Allah’ın gösterdiği dünya hayatının görüntüleri biraz sonra değişecek ve o
andan itibaren gerçeklerle karşı karşıya kalacaklardır. Hazırlıksız bir şekilde
ölüm ile karşılaşacaklardır. Allah’ın rızasını kazanamadılarsa büyük bir
pişmanlıkla dünya hayatına geri dönmek isteyecekler ama artık geç
kalacaklardır. Bu durumu kendiniz için düşünün. Biraz sonra ölecek olan
insanlar gibi sizinde hayatınız belkide biraz sonra bitecektir. Belkide 2-3 gün
sonra cenaze namazınız kılınacaktır. Bunun kısa zaman içinde olmamasının
garantisini veremezsiniz. Her an ölüm sonrası hayata gidebileceğinizi düşünün.
Yaşayacağınıza kesin gözle bakmayın. Her an ölebileceğinizin bilincinde olup
tevbe etmeli, günahlarınızın affedilmesi için dua etmeli ve Allah için amel
işlemeye gayret etmelisiniz.
Ölüm Allah’ın rızasını kazanmış olanlar için güzel bir başlangıç
olacaktır. Dünyada tek bir iyi işi bile yapma imkanınızın kalmayacağı ölüm
anına ulaşmadan evvel gücünüzün yettiğinin en fazlasıyla ahiret hayatı için
çaba gösterin.
ÖLDÜKTEN SONRA DÜNYAYA GERİ DÖNME İMKANINIZIN HİÇBİR ZAMAN
OLMAYACAĞINI SAKIN UNUTMAYIN
Şu ana kadar ölmüş bütün insanları düşünün. O insanların hiç birisi şuanda
dünyada değiller. O insanların dünyaya geri dönmeleri hiçbir zaman mümkün
değildir. Ölen insanlar dünyaya geri dönemeyeceklerine göre, hatalarını,
günahlarını telafi etmeleri ve Allah’ın rızasını kazanmaları hiçbir zaman
mümkün olmayacaktır. Şu anda ölenler ve bundan sonra ölecek olan bütün
insanlarda hiçbir zaman dünyaya geri dönemeyeceklerdir. Allah hiçbir insana
ölümden sonra dünyaya geri dönme imkanını vermez. Allah dileseydi sizinde
canınızı önceden alabilirdi. Eğer öyle olsaydı sizde dünyada olmayacaktınız.
Cenaze namazınız kılınmış ve mezarınızda adınız, soyadınız, doğum ve ölüm
tarihiniz yazılı olacaktı. Bedeniniz toprağın altında çürüyüp yok olacaktı.
Dünyaya geri dönme imkanınız hiçbir zaman mümkün olmayacaktı. Öldüğünüz ana
kadar neler yapmışsanız onlarla ahirete gitmiş olacaktınız. Allah sizi şu an
yaşattığına göre bunun sizin için çok iyi bir fırsat olduğunu sakın unutmayın.
Allah’ın size verdiği bu fırsatı çok iyi değerlendirmeye çalışın.
Allah
dileseydi ölümden sonra insanlara ikinci, üçüncü veya daha fazla dünyaya dönme
imkanı verebilirdi. Bu durumda bazı insanlar ölümden sonra dünyaya tekrar geri
dönme imkanları olacağını bildikleri için, bunun rahatlığıyla ilk yaşayacakları
ölüme pek hazırlık yapma ihtiyacı duymayabilirlerdi. İlk ölüme gereği gibi
hazırlanamamış olsak bile bir dahaki ölümlere daha iyi hazırlanırız düşüncesi
olurdu. Fakat Yüce Allah insanlara ilk ölümden sonra artık hiçbir zaman dünyaya
geri dönme imkanını vermeyeceğini bildirmektedir. Allah’ın bu kanunu şu ana
kadar nasıl devam ettiyse aynı şekilde kıyamet gününe kadar da devam edecektir.
Öldükten sonra Allah’ın bütün insanlara hiçbir zaman dünyaya geri dönme imkanı
vermeyeceği çok önemli bir gerçektir. Ancak bunu bilmeniz yeterli değildir; bu
gerçek, üzerinde derin düşünmeniz gereken çok hayati bir konudur. Çünkü bu
gerçekle her an karşılaşabilirsiniz. Yani dünyaya geri dönüşünüzün hiçbir zaman
mümkün olmayacağı ölüm sonrası hayata her an gidebilirsiniz. Ölüm geri dönüşü
olmayan bir kapıdır. Allah size dünyada belli bir süre vermiştir. Ölüm geldiği
anda süreniz tamamlanacaktır ve dünya hayatına hiç geri dönmemek üzere ölüm
sonrası hayata gideceksiniz.
Ölümünüzden sonra
namaz kılmanız, Allah yolunda harcama yapmanız, Kuran okumanız, sabır
göstermeniz, iyilik yapmanız, tevbe etmeniz, dua etmeniz, şükretmeniz, Allah’ı
yüceltmeniz yani Allah’ın emirlerini yerine getirebilmeniz hiçbir zaman mümkün
olmayacaktır. Ne kadar yalvarıp yakarsanız da size bir fırsat daha tanınmaz. Allah’a
karşı yerine getirmediğiniz sorumluluklarınızı yerine getirmeniz için size ek
bir süre verilmez. Dünyada Allah’ın rızasını kazanma fırsatını kaçırırsanız,
ölüm melekleri yanınıza geldiği anda artık hiçbir zaman telafi edemeyeceğiniz
bu korkunç hatanızın farkına varacak ve pişmanlık içinde olacaksınız. Allah’ın
emirleri dünya hayatında yapılırsa makbuliyet kazanır. Ölümünüzden sonra
Allah’ın emirlerini yerine getirme fırsatı bir daha elinize geçmeyecektir.
İnsan ne yaparsa yapsın, bu dünyadan bir daha geri dönmemek üzere ayrılacaktır.
O nedenle sizde her an ölebileceğinizi ve ölümünüzden sonra dünyaya geri dönme
imkanınızın hiçbir zaman mümkün olmayacağını unutmayın. Ahirette kimse kimseye
yardım edemeyecek ve ahiretteki pişmanlık hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Dünya
hayatında olmanız sizin için çok önemli bir fırsattır. Hatalarınızı,
günahlarınızı hemen şimdi telafi etmeniz mümkündür. Bu fırsatı da Allah’ın
emirlerini zaman kaybetmeden yerine getirerek iyi değerlendirin. Her an
ölebileceğinizin bilincinde olarak Allah’ın bütün yasaklarından uzak durun.
Dünya hayatına geri dönüşünüzün hiçbir zaman olmayacağı ölüm sonrası hayata her
an gidebileceğinizi sakın unutmayın.
ÖLDÜĞÜNÜZÜ DÜŞÜNÜN
Bir insanın her an ölebileceğini hakkıyla düşünmesi samimi ve vicdanlı olmasını
sağlar. Sizde öldüğünüzü farzedin. Ölümünüzün sonrasında neler yaşanacağını
şöyle bir düşünün:
Hareketsiz bir şekilde, etrafınızda olup bitenleri anlamayıp öylece
yatacaksınız. Bedeniniz başka insanlar tarafından taşınacak ve bir "et
yığını" olarak kabul edileceksiniz. Tabutunuzun konacağı mezar kazılacak
ve gusülhanede görevli kişi tarafından yıkanacaksınız. Beyaz kefenle sizi
saracaklar. Dar bir tabutun içine konulacaksınız. Camideki işlemler bittikten sonra
mezara gidilecek, üzerinde adınızın, soyadınızın, doğum ve ölüm tarihinizin
yazıldığı bir taş olacak. Kaskatı bir haldeki bedeniniz evin bir odasında veya
bir hastane morgunda bekletilecek. Cenaze arabasına yerleştirilip mezara
götürüleceksiniz. Bedeninizi kefenle birlikte sizin için kazılan çukurun dibine
bırakacaklar. Üzerinize tahta konacak, daha sonra da toprak. Üzeriniz iyice
toprakla örtülecektir. Sonra işlem son bulmuş olacak. Yakınlarınız nüfus
dairesine gidip sizin öldüğünüzü ve kaydınızın bu dünyadan silinmesini
söyleyecekler. İlk zamanlar belki hatırlanacaksınız, arkanızdan ağlayan birkaç
kişi olacak. Ancak zamanın unutturucu etkisi ileriki yıllarda gittikçe ağır
basacak. Birkaç on yıl sonra ise "koca bir ömür" sürdüğünüz dünyada
sizi hatırlayan pek kimse kalmayacak. Ama bununla birlikte, öldükten sonra
arkanızda bıraktığınız tüm aileniz ve tanıdıklarınız da dünya hayatından
ayrılacağı için, hatırlanıp hatırlanmamak pek bir şey ifade etmeyecek.
Dünyada bunlar olup biterken, toprağın altındaki bedeniniz ise, hızlı bir
parçalanma sürecine girecek. Toprağa konmanızdan hemen sonra böcekler ve
bakteriler devreye girecek. Karnınızda toplanan gazlar cesedi şişirecek ve bu
şişlik vücudunuzun her tarafına yayılarak, bedeninizi tanınmaz hale getirecek.
Bundan sonra gazın diyaframa yaptığı basınçtan dolayı ağzınızdan ve burnunuzdan
kanlı köpükler gelmeye başlayacak. Çürüme ilerledikçe kıllarınız,
tırnaklarınız, avuç içleriniz ve tabanlarınız yerlerinden ayrılacak. Bu dış
değişmeyle beraber, iç organlarınızda da çürüme başlayacak. En korkunç olay ise
bu noktada gerçekleşecek; karın bölgesinde toplanan gazlar derinizi zayıf
noktasından patlatacak ve bedeninizden tahammül edilemeyecek derecede pis
kokular yayılacak. Bu süre içinde kafanızdan başlamak üzere, adaleler de
yerlerinden ayrılacak. Cildiniz ve yumuşak kısımlarınız tamamen dökülecek ve
iskelet gözükmeye başlayacak. Beyniniz tamamen çürüyecek ve kil görünümünü
alacak, kemikleriniz bağlantılarından ayrılacak ve iskeletiniz dağılmaya
başlayacak… Bu olay, cesediniz bir toprak ve kemik yığını haline gelene kadar
böylece devam edecek. "Ben" sandığınız bedeniniz, oldukça iğrenç bir
sonla yok olup gidecek. Siz, yani gerçekte bir ruh olan siz, bu bedeni çoktan
terk etmiş olacaksınız. Unutmayın, bu günle mutlaka karşılaşacaksınız; eninde
sonunda bir gün bedeniniz toprağın altında yapayalnız kalacak.
Artık dünya hayatının bir saniyesine bile geri dönme imkanınız olmayacak.
Ailenizle, yakınlarınızla, komşularınızla görüşme, arkadaşlarınızla buluşup
eğlenme, ideallerinizi gerçekleştirme şansınız da kalmayacak. Dünyaya geri
dönüp hatalarınızı, günahlarınızı telafi etme ve Allah’ın rızasını kazanma
imkanınız hiçbir zaman mümkün olmayacak. Öldüğünüz ana kadar neler yapmışsanız
onlarla ahirete gitmiş olacaksınız. Dünyadaki herşeyinizi geride bırakmış
olacaksınız. BUNLARI YAŞAMANIZA BELKİDE ÇOK ZAMAN KALDI.
Bu yaşanacak olanları kendinizden uzak görmeyin. Bu gerçekleri şimdiden iyice
düşünün. Bunların olmasına daha zaman vardır diye düşünüp kendinizi
kandırmayın. Gariptir ki siz bu yazıları okuduktan kısa bir süre sonra
ölebileceğinize ihtimal vermeyebilirsiniz. Daha yapılacak, bitirilecek işlerin
olması belki de ölümün sizin için henüz erken ve zamansız olduğunu
düşündürüyordur. Oysa bu bir kaçıştır ve bu kaçış fayda vermez. İsteseniz de
istemeseniz de cesediniz beyaz bir beze sarılıp, yerin altına girecek ve
üstünüze kürek kürek toprak atılacaktır. Ölümden sonra karşınıza gelecek
olaylarla tek başınıza muhatap olacaksınız. Bu konu doğrudan doğruya sizi
ilgilendirmektedir. Kesinlikle yaşayacağınız bu büyük olayı dikkatli düşünün.
İnsan kendi vücudunu ölmüş ve kabirde çürümeye terk edilmiş haliyle görmeye
çalışmalıdır. Bu da insana ölüm tefekkürünü kuvvetlendirir. Ölümü unutsanız da,
hatırlasanız da sonuç hiç değişmeyecek ve ölüm sizi bulacaktır. Ahirette hiç
kimse size yardım edemeyecektir. Hayatınızın hesabını tek başınıza Allah’a
vereceksiniz. Bu gerçeklerden hiç kimsenin kaçabilmesi mümkün değildir.
İnsan bedeninin ölümden sonra girdiği hal kuşkusuz ibret vericidir. Böyle bir
görüntüyle birkaç dakika hatta saniyeler süresince muhatap olmak bile bir insan
için dayanılmazdır. Peki yaşamı süresince son derece düzgün görünümü olan insan
bedeninin, ölümün ardından neden bu hale geldiğini hiç düşünmüş müydünüz?
Elbette bu, üzerinde düşünmeniz gereken bir konudur. Öncelikle insan,
kendisinin aslında beden olmadığını, bedeninin yalnızca kendisine giydirilmiş
geçici bir kılıf olduğunu, bu korkunç sonu görerek anlamalı, bedenin ötesinde
bir varlığı olduğunu hissetmelidir. Dahası insan, bedeninin ölümüne bakmalı, bu
geçici dünyada adeta sonsuza kadar kalacakmış gibi sahiplendiği ve bütün
arzularına boyun eğdiği bedeninin akıbeti hakkında düşünmelidir. O beden bir gün
mutlaka toprağın altında çürüyecek, kurtlanacak ve iskelete dönüşecektir. Ve o
gün belki de çok uzak değil, bir adım ötededir…
Bazı insanlar dünyaya dalmış ve hazır güne adanmışlardır. Ölümü düşünmenin
kuvvet ve şiddet bakımından da çok dereceleri vardır. Bu tıpkı bir insanın
önündeki korkulu bir olayı düşünmesi gibidir. Bu iki halde de olay ne kadar
yaklaştırılırsa, etkisi o kadar fazla olur. Onun için, ölümü hemen gelecekmiş
gibi düşünmek lazımdır. Ölüm, insanın karşılaşabildiği en büyük olaydır. O, hem
dünyadaki, hem de ahiretteki sonuçları itibarıyla büyüktür. Ancak, insan onu
düşünmediği ve aklına getirmediği zaman, kısa bir süre için önemini ve
büyüklüğünü çarpıcı bir şekilde hissetmez. O halde insanın yapması gereken,
öleceğini asla aklından çıkarmamak ve dünyada Allah'ı razı edecek işler
yapmaktır.
UYUMADAN ÖNCE VE
UYANDIKTAN SONRA MUTLAKA DÜŞÜNMENİZ GEREKENLER
İnsanlar uyumadan önce genelde uyanacaklarının garanti olduğunu zannederek
uyurlar. Allah bazı insanların canını uyku esnasında alır. Uyuduğu esnada ölen
insanlar belkide uyumadan önce ölebileceklerini hiç düşünmemişlerdir. Bu
insanlar yarın uyanacaklarını ve günlük hayata devam edebileceklerini düşünerek
uyumuşlardır. Uyuduğunuz esnada Allah canınızı alabilir ve kendinizi ölüm
sonrası hayatta bulabilirsiniz. Her uyumadan önce uyanacağınızın garanti
olduğunu düşünmeyin. Uyumadan önce bu uyku benim son uykum olabilir diye
düşünün. Her zaman böyle bir ihtimal olduğundan dolayı Allah’a yönelip samimi
tevbe edin. Günahlarınızın affedilmesi ve ahiret için dua edin.
Uyuduğunuz esnada ölme ihtimalinizin olduğunu unutmamanız önemlidir. Nasıl olsa
yarın uyanıp okuluma, işime giderim, arkadaşlarımla buluşurum, ailemle
konuşurum, bir yerlere giderim, günlük hayatıma devam ederim gibi düşüncelerin
kesin olacağını düşünmeyin. Unutmayın ki uyuduğunuz andan itibaren hiçbir şeyin
farkında olmadığınız esnada bedeninizi, tüm tanıdıklarınızı, sahip olduğunuz
herşeyi dünyada bırakıp ölüm sonrası hayata gidebilirsiniz.
Her uyandığınız günün dünyadaki son gününüz olabileceğini unutmayın.
Uyandığınız gün son gününüzün başlangıcı olabilir. Allah size ahiret için son
bir fırsat vermiş olabilir. Her an dünya hayatından gitme ihtimalinizde var. O
halde yapmanız gereken bu gerçeklerin bilincinde olmak ve gününüzü Allah’ı razı
ederek geçirmek olmalıdır.
ÖLÜMÜN
BÜTÜN PLANLARINIZI HER AN SONA ERDİREBİLECEĞİNİ UNUTMAYIN
İnsanların,
kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları vardır. Liseyi
bitirmek, üniversiteyi okumak, mezun olmak, iş sahibi olmak, ev sahibi olmak,
evlenip çoluk çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek, emekli olmak, huzurlu bir
hayata kavuşmak gibi... Bunlar bu planların en genel ve en sıradan
olanlarındandır.
Ama acaba
bunları gerçekleştirebilecek kadar ömürleri var mıdır? İşte her insanın
öncelikle bunu düşünmesi gerekir. Çünkü planların hiçbirinin gerçekleşmesi
garanti değildir. Ama ölüm mutlaka gerçekleşecek, her insanın başına
gelecektir. Buna rağmen bazı insanların ölüm sonrası için hiçbir plan ve
hazırlıkları yoktur. Tüm hayatları dünyadaki yaşamlarına yönelik idealleri
gerçekleştirmeye adanmıştır. Üstelik bir gün ölümle birlikte tüm planlarının
bir daha tamamlanmamak üzere yarıda kalabileceğini akıllarına bile
getirmemişlerdir. Gerçekleştiremeyecekleri planları yıllarca en ince
ayrıntısına kadar düşünmüşlerdir, ama gerçekleşeceği kesin olan ölüm hakkında
hiçbir şey düşünmemişlerdir bile. Bu insanlar dünya hayatına kapılıp kendi
kendilerini kandırarak bir ömrü tüketmişlerdir. Geriye kalan planlarını
gerçekleştiremeden, bir daha asla tamamlanmayacak bir şekilde yarıda bırakarak,
dönüşü olmayan bir yere giderek ölürler...
Ölüm bütün planları hiç gerçekleşmeyecek üzere bitiren bir gerçektir. Dünyaya
yönelik planlarınız ölümle birlikte her an son bulabilir. Peki akla ve bilince
sahip bir insan hangisine öncelik vermelidir? Gerçekleşeceği kesin olan hakkında
mı, yoksa olmayan hakkında mı plan kurmalıdır? İnsanların bazıları, kesin
olmayana önem verirler. Hayatın hangi safhasında olursa olsun bütün planlarını,
gelecekte daha iyi ve daha mükemmel bir hayata kavuşabilmek için yaparlar.
Ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları hayat
daha gerçektir.
Eğer insan ölümsüz olsaydı, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat
bütün planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur. Bu nedenle, kesin olan ölümü
bırakıp kesin olmayanları önemsemek, kesinlikle akıl dışıdır. Ölüm gerçeği
hesaba katılmadan kurulan bir hayat elbette çürük bir temel üzerine kurulmuş
olur. Bu nedenle insanın planlarını dünya hayatı üzerine kurması, geçici bir
sebeple bulunduğu mekanı asıl hayatı kabul edip, sonsuza kadar asıl hayatını
yaşayacağı ahireti unutması çok büyük bir hatadır. Ölüm her an
karşılaşılabilecek, tüm planları altüst edebilecek bir gerçektir ve insan adeta
bir "geri sayımdaymışçasına" her geçen saniye ölüm anına doğru ilerlemektedir.
Ölüm ile birlikte
bütün hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve
zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır.
Allah'a döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih
ettiği dünyanın tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle
sona erdiği gün gelmiştir. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir
biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştıkları hesap günü ile karşı karşıya
kalacaklardır. Artık Allah'ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdikleri kısa ömür
sona ermiştir ve yeni bir başlangıç kendilerini beklemektedir. O güne şahit
olan herkes dünya hayatının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacak ve
sonsuz hayatına başlayacaktır. Bundan kaçış yoktur.
Öyleyse bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelerek sakın ölüme gafil bir şekilde
yakalanmayın. Ölümle beklemediğiniz bir anda buluşabileceğinizi anlamazlıktan
gelmeyin.
ÖLÜMÜ DÜŞÜNMENİN FAYDALARI
Ölümü düşünmek dünya hırsını ortadan kaldıran kesin bir delildir. Ölüm
insanları müthiş terbiye eden, ahlaklarını müthiş düzenleyen en önemli
nedenlerin başında gelir. Ölümü düşünmek insanı olgunlaştırır. Ölüm sevgiyi,
insanın derin düşünmesini, cömertliği, affediciliği, intikamdan uzaklaşmayı
sağlar. Ölümü düşünmek insanda mal biriktirme arzusunu yok eder. Allah yolunda
harcama yapmasını sağlar. Ölümü düşünmek insanın sonsuz yaşayacağını
hatırlattığı için insanın kalbi ferahlar. Ölümden sonra insan sevdiklerine
kavuşacağını ümit ettiği için bunun sevincini duyar. Ölümün her an kendisini
yakalayabileceği gerçeğini aklından çıkarmaması aynı zamanda insanın nefsine de
şifa olur, onu gafletten kurtarır. Ahlakının güzelleşmesine ve manevi olgunluğa
ermesine sebep olur. Dünyada da mutluluk ve huzur bulur. Ahireti düşünerek
mutmain ve tevekküllü bir ruh hali kazanır. Bu da ruhuna lezzet, bereket ve
zevk verir. Ölümü düşünmek insanı dünya hırsından ve günahlardan korur. İnsanın
bilinçli olmasını sağlar. Ahirette sonsuz azap ve sıkıntı yerine Allah’ın
izniyle sonsuz nimetlere kavuşmasına vesile olur. Mümin ömrü boyunca gösterdiği
güzel ahlaktan Allah’ın razı olacağını umar ve ölümü ile birlikte ahirette
cennete de kavuşacak olmanın neşesini yaşar. Bu nedenle ölüm anı bir mümin için
sonsuz güzelliklere açılan bir kapı, iman etmeyen bir insan için ise sonsuz
azaplara açılan bir kapıdır.
Müminlerin hayırlarda yarışmalarının nedenlerinden biri dünya hayatının çok
kısa, ölümün de çok yakın olduğunun bilincinde olmalarıdır. Her an
ölebileceklerini ve böyle bir durumda da Allah'ın rızasını kazanmakta yeterli
çabayı göstermemiş olmaktan dolayı ahirette büyük bir pişmanlık
duyabileceklerini bilirler. Çünkü ahirete geçişten sonra insanın bir daha
dünyaya geri dönüp de hayırlarda yarışması, salih amellerde bulunması mümkün
değildir. İşte bu nedenle de müminler daha çok hayır kazanma konusunda zamana
karşı büyük bir yarış içerisine girerler. Dünya hayatında kendilerine tanınmış
olan süre içerisine hayırdan yana olabildiğince fazla şey sığdırmaya
çalışırlar. Bu doğrultuda karşılarına çıkan her işe büyük bir şevkle talip olur
ve her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırlar.
Ölümü düşünebilen bir insan, her an her yerde ölümle karşılaşabileceğini,
yaşamının her an son bulma ihtimali olduğunu bilir. Bu da onu hayatının her
anında ihlaslı davranmaya, aklını, vicdanını ve imkanlarını son noktasına kadar
kullanmaya yöneltir. Bir an sonra kendisini Rabbimizin huzuruna varmış, hesap
verirken bulabileceğini, her an cennet ya da cehenneme sevk edilme ihtimaliyle
karşı karşıya kalabileceğini bilmenin verdiği açık şuur ile hareket eder. Dünya
hayatını, ahirete gidip cenneti ve cehennemi görüp geri dönmüşcesine, tüm
bunların gerçekliğinden ve yakınlığından kesin olarak emin olmuş bir iman ve
ihlasla geçirir. Her anını, canını almaya gelen ölüm melekleriyle karşılaştığı,
amel defterinin ortaya konduğu, cennete mi yoksa cehenneme mi sevk edileceğinin
kararını beklediği anı yaşıyormuş gibi derin bir Allah korkusu ile geçirir.
Cehennem azabının yakınlığını ve dehşetini her an aklında tutarak, sonsuza
kadar bu azabı tatmanın korkusunu her an hissederek hareket eder. Aynı şekilde
cehennemden kurtulmuş olup, sonsuza kadar Allah'ın dost edindiği bir kul olarak
cennette yaşayacak olmanın şevkiyle dolu olur. Hesap gününde Allah'ın huzuruna
çıkarıldığı vakit, "Bilmiyordum, anlamamıştım, fark etmemiştim,
unutmuştum, gaflete dalanlarla birlikte ben de dalmıştım, gevşeklik
göstermiştim, şeytana uymuştum ya da Allah nasıl olsa affeder diye düşünmüştüm,
ibadetleri yerine getiriyordum bunlar yeterli olur zannetmiştim" gibi
mazeretler öne sürmesinin hiçbir fayda sağlamayacağının bilincinde hareket eder.
Bu bilinç güçlü bir vicdan, keskin bir kavrayış gücü, üstün bir akıl ve
kesintisiz bir ihlas anlayışıyla kendini gösterir. Bu şuurdaki bir insan ölümün
an meselesi olduğunu bildiği için, hayırdan yana hiçbir işi ertelemez, hiçbir
konuda üşengeçlik ya da tembellik yapmaz, şevksiz davranmaz. "Birazdan,
bir saat sonra ya da yarın yaparım" dediği bir işi gerçekleştirmeye
ömrünün yetmeyebileceğini düşünür. Ahirette de ertelediği ve eksik tuttuğu bu
gibi işler nedeniyle çok büyük bir pişmanlığa kapılabileceğini bilir.
"Keşke imkanım varken daha çok salih amelde bulunsaydım, daha çok infak
etseydim, hayırlarda yarışsaydım, ihlas sahiplerine, müminlere önder olacak
kadar üstün bir ahlak içerisinde olsaydım, keşke Allah'ın dinine daha sıkı
sarılsaydım, keşke din ahlakını tebliğ etmek için daha çok çaba harcasaydım,
keşke insanlara iyiliği emredip kötülükten menetmek için birşeyler yapsaydım,
keşke dünya işlerine kapılıp ahiretim için hazırlık yapmayı ertelemeseydim,
keşke hayırdan yana yaptıklarımı artırsaydım da bu gün kurtuluşa erenlerden
olsaydım" diyenlerden olmamak ve ahirette bu pişmanlığı yaşamamak için
Peygamberlerin göstermiş olduğu gibi bir ihlas anlayışı içerisinde hareket
etmesi gerektiğini bilir.
Her an ölümle karşılaşabileceğine göre ne kadar acele etse, ne kadar ihlaslı
davransa, ne kadar salih amelde bulunsa o kadar karlı çıkacaktır. Cehennem gibi
zorlu bir son ile karşılaşmamak için böylesine bir samimiyet ve ihlas
içerisinde olmaya mecbur olduğunu bilir. Gevşeklik göstermenin, ağırdan
almanın, daha güzeli, daha iyisi ve daha mükemmeli varken biraz daha azını
tercih etmenin ahirette pişmanlığa sebep olacağının şuurundadır. Bu şuur
açıklığı ve ihlas her konuda kendini gösterir; Allah'a olan yakınlığında,
müminlere gösterdiği saygı, sevgi ve samimiyette, güzel ahlakta, fedakarlıkta, çalışkanlıkta,
ibadetinde, duasında, malıyla canıyla harcadığı çabasında, Allah yolunda
yaptığı infakında, her an her yerde yaptığı Müslümanca konuşmalarında,
şevkinde, canlılığında hep ihlaslı bir tavır sergiler. İşte bu yüksek ihlas
anlayışını insana kazandıran; dünya hayatını ölümü düşünerek yaşıyor olmasıdır.
Bir gün öleceğini
düşünen mümin, cennete kavuşabilmek için de Allah'ın emrettiği güzel ahlakı
yaşamaya çalışır. Ölümün yakınlığını her düşündüğünde bu konudaki kararlılığı
pekişir ve yaşamı boyunca giderek gelişen üstün bir ahlaka sahip olmaya
çalışır. Ölümü düşünmek, bazı kimselerin düşündüğü gibi kişiyi dünyadan koparan
değil, tam tersine dünya nimetlerinden de olabilecek en fazla lezzeti
alabilmeyi sağlayan önemli bir vesiledir. Çünkü insan nimetlere bağlanıp,
onları şehvet haline getirdiği zaman değil, tam tersine tüm bunların fani ve
geçici olduğunu kavradığı takdirde onlardan çok daha fazla haz duyabilir. Ölümü
düşünmek ve bu gerçeğin şuuruna varmak insanı her an ihlaslı ve vicdanlı
davranmaya yönelten önemli bir tefekkür konusudur. Ölümü düşünmek insanı dünya
hayatındaki her türlü tavır ve ahlak bozukluğundan arındıracak önemli bir
vesiledir.
Kuran'ın ve dinin
ruhunu ve anlayışını kavrayan insanın her tavrı ve düşüncesi dinin öngördüğü
ahlaka göre belirlenecektir. Diğer bir deyişle bu ahlakı yaşayan insan, her an
vicdanlı davranacak ve düşünecektir. Herşeyden önce ölümü ve ahireti hiçbir
zaman unutmayacak, unutmadığı için her tavrı ahirete yönelik olacaktır. Böyle
üstün bir kişi ahireti hem kendisi hem de dostları için düşünecek; bir yandan
kendi ahiret yurdunu hazırlarken bir yandan da sevdiği dostlarının veya diğer
insanların da ahireti için çaba harcayacaktır.
Ölümü sık sık düşünmek
müminin ihlasını korumasını ve hep şuurlu hareket etmesini sağlar, Allah
korkusunu artırır, nefsini terbiye etmesine yardımcı olur. Apaçık olan ölüm
gerçeğini düşünen insanın dünyayla ilgili hırsları bitecektir ve o insan artık
gerçek ve sonsuz hayatın olduğu ahiret için çalışmaya başlayacaktır.
Müminler ölümün kesinliğini
ve yakınlığını idrak etmeleriyle birlikte, ölümden sonraki sonsuz hayata
hazırlık yapmaları gerektiğini de anlarlar. Allah'ın emrettiği ahlaka tam
olarak ulaşamadan ve Allah'ın rızasını kazanamadan ölmekten korkar, bu nedenle
de büyük bir samimiyet ve gayretle Allah'ın dinine sarılırlar. Ve her an
ölecekmiş gibi Allah'a yakınlaşmakta ve O'nun rızasını kazanmaya çalışmakta
acele ederler.
DÜNYA HAYATINA SAKIN ALDANMAYIN
Allah insanların dünya hayatına aldanmamasını Kuran’da şöyle emretmiştir:
Ey insanlar, hiç
şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve
aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. (Fatır
Suresi, 5)
Ey insanlar,
Rabbinizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o
gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç)bir çocuk da babası
için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah'ın va'di haktır.
Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah
ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)
İnsanlar dünyaya
misafir olarak gelirler. İnsanların sahip oldukları şeyler de misafire verilen
emanetlerdir. Misafir gider, emanet de sahibine iade edilir. Dünyanın en
zengin, en itibarlı ya da en yüksek makam mevki sahibi de, en güzel insanı da
mutlaka ölecek ve sahip olduğu bu özelliklerden hiçbiri kendisini
kurtaramayacaktır. O gün hiçbir insana ne tüm hayatı boyunca sahip olmak için çabaladığı
mal ve mülk, ne de değer verdiği yakınları, dostları eşlik etmeyecektir. O gün
insan, yapayalnız bir şekilde Allah'ın karşısına çıktığında, tüm yapıp
ettikleri önüne getirilecektir. İşte o an dünya hayatının geçici bir deneme
yeri olduğunu istisnasız tüm insanlar idrak edeceklerdir. Ama o gün pişman
olmak için artık çok geçtir. Açıktır ki ölüm, dünya nimetleri ile insanın
arasında kesin bir ayrılık demektir. Altmış-yetmiş yıllık bir hayatın
içerisinde Allah'ın insanları denemek için yarattığı olaylara sabır yerine
tahammülsüzlük gösteren, bunları isyanla karşılayan, güzel ahlakında,
ibadetlerinde süreklilik göstermeyen kişi de bir gün mutlaka ölecek ve cennet
ile cehennemi karşısında bulacaktır.
Dünya hayatı, Kuran'da da bildirildiği gibi "göz açıp kapayıncaya
kadar" geçer. İnsan burada vicdanını, iradesini belki az bir süre
kullanacak ama sonsuza kadar Allah'ın rahmetiyle rahat edecektir. Fakat sadece
"burada nefsimin tutkularını tatmin edeyim" diyerek hak dinden yüz
çevirecek olursa, eksikliklerle dolu kısa bir dünya hayatı için sonsuz ve
mükemmel bir ahiret hayatını -Allah'ın dilemesi dışında- kaybeder. Oysa bu,
değmeyecek bir alışveriş ve değmeyecek bir seçimdir. Her insanın her an ölme
ihtimali varken ve ölümden sonra hiçbir zaman dünyaya geri dönme imkanı
olmayacağına göre o halde dünyaya bağlanmanın bir anlamı yoktur. Akılcı olan
ise dünya hayatının peşine düşmeyip Allah’ın rızasını ve cenneti kazanmaktır.
Çünkü insan ölüm melekleri ile karşılaştığında dünya hayatında tattığı ve
önemli gördüğü zevkleri aklından geçirmeye bile vakti olmayacaktır. Can
köprücük kemiğine bir kez dayandı mı insanın dünya hayatında iken tüm
yaşadıkları hafızasından bir anda silinip gidecektir. Sonrasında ise hesap
gününün dehşeti yaşanacaktır. Herkesin hayatını ölüm gerçeğine göre
düzenlemesi gerekir. Çünkü her kişi ölümün ardından dünyada yaşadığı hayatla
değerlendirilip ya cennette ağırlanacak ya da cehenneme atılacaktır. Kuran'da,
dünyada iken akıllarını gereği gibi kullanmadıkları için ahirette pişmanlık
duyarak yakınan akılsız kimselerin durumundan şöyle bahsedilmiştir:
Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu
çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık. (Mülk Suresi, 10)
Kuşkusuz insanın,
böyle bir ihtimalin kendisi için de söz konusu olabileceğini düşünmesi, büyük
bir korku duymasını ve pek çok şeyi henüz vakit varken idrak etmesini
sağlayacaktır. Bu durumda insan, eğer cehennem gibi bir sonla karşılaşırsa
muhtemelen aklından pişmanlıkla şu düşüncelerin geçeceğini fark edecektir:
Dünyada iken
vicdanıyla açıkça gördüğü, belki de kendisine defalarca hatırlatıldığı ve
önünde hiçbir engel olmadığı halde, bile bile aklın yolundan yüz çevirmiştir
Ama o sırada artık
geri dönüp de durumunu telafi edebilmesinin kesinlikle mümkün olmadığı cehennem
ateşinin içindedir …
Dünyada iken Allah'ın
azabı kendisine hatırlatılmış, ama kendisi kibiri sebebiyle bu uyarıları
dinlememiştir
"Nasıl olsa
önümde daha uzun bir hayat var", "Nasıl olsa daha sonra telafi
ederim" diyerek doğru olan davranışları sürekli ertelemiştir…
Dünyada sahip olduğu
zenginlik, güzellik veya bilgi kendisini büyüklük hissine kaptırmış ve Allah'a
itaat etmesini engellemiştir…
Ama o anda artık
içerisinde bulunduğu ateşten ve azaptan kurtulabilmek için yapabilecek hiçbir
şeyi yoktur, apaçık bir çaresizlik içindedir…
Ve artık her ne
yaparsa yapsın, içini yakan pişmanlıktan kurtulamayacak ve sürekli olarak
akılsızlığına yanıp yakılacaktır…
İşte insanın henüz
dünyada iken bu durumla karşılaşabileceğini düşünmesi, hemen o anda derin bir
pişmanlık duymasına neden olur. Ateşin içinde pişmanlıkla bu ve benzeri sözleri
söylememek için, hemen o andan itibaren vicdanlı davranmaya karar verir. Çünkü
vicdanına başvurarak düşündüğü zaman, her insan ertelediği, önemsemeyerek
üzerinden geçtiği ya da doğru olduğunu bildiği halde bile bile yaptığı küçük
büyük pek çok olayla karşılaşır. Ve tüm bunları hemen şimdi telafi edebilmek
her insan için mümkündür.
Bir insana, "Bu
vicdan muhasebesini, dayanılmaz bir pişmanlıkla ateşin içerisinde iken mi
yapmak daha akılcıdır, yoksa şu anda telafi imkanı varken mi?" diye
sorulsa, samimi davranan her insan mutlaka "Elbette ki şu anda, hem de
hemen şimdi" yanıtını verecektir. Ardından da aklını kullanacak ve bugüne
kadar vicdansızlık yaptığı her olayı bir an bile ertelemeden düzeltmeye
çalışacaktır.
Yapılması gereken en
akılcı tavır da budur zaten. İnsanın, bir an için bile olsa cehennem ateşinin
içinde olduğunu düşünmesi, bu samimi kararı alması için yeterli olacak ve
vicdanını harekete geçirecektir. O ana kadar yapılan akılsızca ve vicdansızca
tavırları telafi etmek ise Allah'a güvenip dayanan bir insan için çok kolaydır.
Unutulmamalıdır ki
vicdanına başvurarak doğruyu gören bir insan hemen içinde bulunduğu durumu
telafi edebilir. Fakat aklını kullanmamakta direten her insan ahirette bu
gerçekle kesin olarak karşılaşacak ve telafisi asla mümkün olmayan bir
pişmanlığa sürüklenecektir. Her insanın bu gerçeği mutlaka göz önünde
bulundurması ve ölümden sonra gideceği asıl yurt için dünyadayken hazırlık yapması
şarttır.
Dünya hayatında Allah'ın insanlar için takdir ettiği ömür süresi son derece
kısadır. Dahası insan hangi gün hangi saat ölümle karşılaşacağını bilemez. Bu
nedenle ağır davranması, Allah'ın rızasını kazanmak için göstereceği çabayı
"nasıl olsa önümde uzun yıllar var" diyerek zamana yayması son derece
yanlış olur. Tam tersine "belki de bir an sonra ölüm ile
karşılaşabilirim" diyerek her an çok coşkulu, şevkli ve gayretli bir tavır
içerisinde olmalıdır. Müminlerin bu konuda birbirlerine verecekleri destek de
çok önemlidir. Kuran'da haber verilen, "Rabbinizden
olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o
cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resulüne iman
edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine
verir. Allah büyük fazl sahibidir." (Hadid Suresi, 21) ayeti gereği, birbirlerine sürekli
olarak ölümün, ahiretin ve hesap gününün yakınlığını, asıl makbul olanın
"yarışıp öne geçenlerden" olmak olduğunu hatırlatırlar.
Kuran'ın "Şu halde boş kaldığın zaman,
durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et." (İnşirah Suresi, 7) ayetiyle
bildirildiği gibi, birbirlerini Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı
işlerde bulunmaya, işlerinden boşaldıklarında da yine hemen bir başka faydalı
işe yönelmeye teşvik ederler.
Allah başka
ayetlerinde dünyada malı ve sahip olduğu imkanlar ile kendini kandırarak
yaratılış amacını unutan, bu nedenle ahirette büyük bir hüsrana uğrayan
insanların durumundan şöyle bahseder:
"Keşke o (ölüm
herşeyi) kesip bitirseydi.
"Malım bana
hiçbir yarar sağlayamadı."
"Güç ve kudretim
yok olup gitti."
(Allah buyruk verir:)
"Onu tutuklayın, hemen bağlayın."
"Sonra çılgın
alevlerin içine atın." (Hakka Suresi, 27-31)
Dünyaya ait şeylerin kısa ömürlü ve geçici olduklarını, bunlardan
ayrılmanın kesin olduğunu, kendi bedeninizin de, değer verdiğiniz tüm
insanların bedeninin de bir gün çürüyüp kokuşacağı gerçeği sizi dünyaya
bağlanmaktan, ahireti unutmaktan kesin bir suretle alıkoyacaktır. Bu gerçeğin
bilincinde olmak insanı Allah’a ve ahirete yöneltir. Çünkü insan fıtratı geçici
olan ve ayrılığa mahkum bulunan şeyleri sevmez. Dünyaya bağlanmayı kalpten
çıkarmak için ahiret sevgisini kuvvetlendirmek lazımdır. Bu sevgi
kuvvetlendirilip alternatif durumuna getirilmediği müddetçe, dünya sevgisinden
ve onun neden olduğu uzun yaşama hissiyle ve bunların kötü sonuçlarından yakayı
kurtarmak mümkün değildir. Ahireti sevmek için de onun ne olduğunu, insana
neler kazandırdığını ve dünyaya kıyasla üstünlüğü bilmek ve düşünmek lazımdır.
Dünyadaki bütün güzelliklerin, zevk ve lezzetlerin daha iyisi, daha fazlası ve
hiç bitmeyecek olanı ahirettedir.
Dünya hayatının
detaylarına kendinizi kaptırıp Allah’ı ve ahireti sakın unutmayın. Yaptığınız
hata her ne olursa olsun hemen tevbe etmeyi ve Allah'tan af dilemeyi sakın
unutmayın. Ölüm her insan için kaçınılmaz bir sondur. Ölümün, tevbeyi
tamamlamadan gelip insanı bulma tehlikesi vardır. Her an ölümün size
gelebileceğini ve bunun için belki de bir daha fırsatınızın olamayacağını
düşünerek hemen şimdi tevbe edin. Yapmanız gereken en önemli şey Allah’ın razı
olduğu bir kul olmaya çalışmaktır.
SAKIN
İBADETLERİ ERTELEMEYİN
İnsanın yapması
gereken ibadetleri yaşlılık dönemine erteleme düşüncesi çok büyük
akılsızlıktır. Bu savunma mekanizması gençlerde ve orta yaşlılarda görülür.
Bunu kullanan insan, genelde 60-70 yıl yaşayacağını hesaplar ve ancak ömrünün
son yıllarını bu tür "iç karartıcı" konulara ayırmaya karar verir.
Hayatının en güzel yıllarında böyle "kasvetli" konularla kafasını
yormak istemez. Bunun için dünyadan elini eteğini çekeceği bir zamanı uygun
görür. Böylece, ölüme ve öbür dünyaya hazırlanmak için de yaşamından bir pay
ayırmış olduğunu düşünür ve vicdanını rahatlatır. Önlerinde uzun seneler
olduğunu, yaşlanmanın ve ölümün çok ileride olacağını varsayarlar. Kuran'da
insanların içerisine düştüğü bu yanılgı açıkça belirtilmiştir:
Evet Biz onları ve
atalarını yararlandırdık; öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun
geldi… (Enbiya Suresi, 44)
Bir insan dünyayı sever, dünyanın şehvet ve lezzetlerine düşkünlük gösterirse,
ondan ayrılmak kendisine zor gelir. Bundan dolayı da, bu ayrılmayı
gerçekleştirecek olan ölümü sevmez. İnsan sevmediği ve hakkından gelemediği bir
şeyi unutmak istediği için, sevmediği ve çare bulamadığı ölümü de unutmak
ister. Bu sebeple, onu hiç düşünmek istemez; düşünmek zorunda kaldığı zaman da
ölmemek arzu ve temennisini bir perde gibi bu acı gerçeğin üzerine çekip durumu
idare etmeye çalışır. Ölümün kesin olduğunu, dolayısıyla gözünü kapatmakla
ondan kurtulmanın mümkün olmadığını fark ettiği anlarda da, yine başından atmak
için onun uzak bir tarihte olacağını düşünmeye çalışır. Bundan dolayı ölüm ve
ahiret için acil olarak hazırlık yapmak ihtiyacını duymaz. Bunun için de, “Ben
henüz gencim, yaşlanınca amel ederim.” Ya da, “Şu işleri halledeyim de ondan
sonra.” der. Fakat bu sözler de içinden gelen ciddi ve samimi kararlar olmadığı
için, yaşlandıkça daha ileriki bir yaşı gösterir ve işleri yoluna koydukça
başına yeni işleri açar. Her gün etrafında kendisiyle yaşıt hatta daha genç pek
çok kişi ölür. Gazeteler ölüm ilanlarıyla doludur. Televizyonlarda her gün
birçok ölüm haberi izler. Çoğu zaman, büyük küçük, kendi yakınlarının
ölümlerine tanık olur. Fakat etrafındaki insanların bir gün hatta belki de
yarın, kendi ölümüne de tanık olacaklarını, kendi ölüm ilanını okuyacaklarını
aklına getirmez. Kaldı ki, o beklediği "yaşlılık" sınırına kadar
yaşasa bile bir şey değişmeyecek, sahip olduğu zihniyeti değiştirmediği sürece,
ölümle karşı karşıya gelene dek erteleme mantığını sürdürecektir. Halbuki bir
saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, daha ne kadar yaşayacağını,
nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun vadeli
sonuçsuz hesaplar yapmasının ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır.
İnsanın "gençliğimi yaşayayım, nasıl olsa ölmeme yakın ibadetlerimi de yapar,
ahireti de kazanırım" düşüncesi ile Allah'a karşı olan sorumluluğunu bile
bile ertelemesi ahiret hayatını kaybetmesine neden olabilir. Bu kimse devamlı
erteleme ile ömrünü bitirip ummadığı bir zamanda ölümün pençesine düşer ve
sonrasında gerçeklerle karşı karşıya kalmış olur.
Unutulmamalıdır ki,
hiç kimse ölümle ne zaman karşılaşacağını bilemez. Buna rağmen insanın öleceği
vakti biliyormuşcasına ibadetleri yerine getirmeyi belirli bir vakte ertelemesi
kuşkusuz ki büyük bir hata olur. Zira ölümle karşılaştıktan sonra insan her ne
kadar pişman olup geri dönmeyi istese de bir daha böyle bir imkan elde
edemeyecektir.
Dikkat edin, sakın siz
de Allah'a kulluk etmekte çekimser davranıp mazeretler öne sürmeyin. Asla böyle
bir samimiyetsizliğe yaklaşmayın. Unutmayın; samimiyetsizce bir mazereti insan
daha aklından geçirirken Allah bunu bilir. Ve siz bununla kendinizi kandırıp
oyalarken bir anda ölüm meleklerini yanınızda bulursanız, ne kadar çok
isteseniz de Allah'a ibadet etmek için bir daha asla geri döndürülmezsiniz.
Allah Kuran'da, dünyada sapasağlam iken ibadet etmekten kaçınan insanların
hesap günü karşılaşacakları pişmanlığı ve hissedecekleri korkuyu şöyle bildirir:
Ayağın üstünden
(örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler.
Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış.
Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem
Suresi, 42-43)
Ölüm, mazeretleri dinlememekte ve takdir edilen vakit hızla yaklaşmaktadır.
Hiçbir şeyin ölümü engellemesi ya da durdurması söz konusu değildir. Ahiret
için hiçbir hazırlık yapmadan zamanını tüketmiş olan bir insanın ölüme
hazırlıksız yakalanması kendisi için kötü bir hayatın başlangıcı olacaktır. O
anki pişmanlığıyla kendisine bir hak daha verilmesini isteyecek ama artık geri
dönüşü olmayan, kapıları kapatılmış bir kapıdan girmiş olacaktır. Bu, bütün
insanların aklından bir an bile çıkarmaması gereken bir gerçektir. Allah bu
gerçeği ayetlerinde hatırlatırken, kendilerini kandıran insanların
pişmanlıklarını ve çaresizliklerini de şöyle bildirmektedir:
Azab size gelip
çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım
edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken,
azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği
(gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar
olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya:
"Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden
olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere
daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım"
(diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 54-58)
Unutmayın; kendini
kandırmak insan için, bir nevi ateşle oynamaktır. Kişi, bu şekilde oyalanırken
ve tam da dünyaya dalmışken bir anda canını teslim almaya gelen melekleri
yanında bulabilir. Melekler canını, bir ayetin ifadesiyle "ta derinden acı
ile sökerlerken" acaba aynı oyunu ve kandırmacayı sürdürebilecek midir?
"Ne iyi ettim, dünyadaki hayatım boyunca yedim, içtim, gezdim, eğlendim,
sorumluluklarımı, kulluk vazifemi gözardı ettim, hiç düşünmedim"
diyebilecek midir? Kuşkusuz ki hayır. Bu, en gafil insanın bile aklından
geçiremeyeceği bir düşüncedir. Tam tersine o anda tarifsiz bir korku, dehşet ve
panik yaşayacaktır. Ama bu daha başlangıçtır, cehennemin kapılarından içeri
girdiğinde bu korku ve pişmanlık dayanılmaz boyutlara varacak, ruhu bir yıkıma
uğramaya başlayacaktır.
SAKIN GAFLETE DÜŞMEYİN
Gafletin sebeplerinden birisi de doğumun varlığıdır. Her gün doğumlar ve
ölümler olur. Yeryüzünün nüfusu hiç eksilmez, hatta günden güne artar. İnsan
kendisini bu döngünün etkisine kaptırınca sanki doğumlar ölümleri telafi
ediyor, sıfırlıyor, yaşam böylece dengeleniyor gibi bir illüzyona kapılabilir.
Bu da ölüme karşı bir gaflet perdesi oluşmasına sebep olur. Oysa şu andan
itibaren hiçbir doğumun gerçekleşmeyeceği bir döneme girsek, insanların birbiri
ardına öldüğünü ve dünya nüfusunun hızla sıfıra doğru gittiğini görürüz. İşte o
zaman ölüm insana tüm dehşetiyle kendisini hissettirir. İnsan etrafındakilerin
birer birer eksildiğini görür ve kaçınılmaz sonun er geç kendisine de
geleceğini kesin olarak fark eder. Aynen ölüm hücresine kapatılmış mahkumlar
gibi. Her gün birer ikişer insanlar idama götürülür. Hücredekilerin sayısı
azalır. Aradan yıllar bile geçse, hala hayatta olanlar ertesi gün sıranın kendilerine
gelip gelmeyeceği endişesiyle yatarlar. Ölüm bir an bile akıllarından çıkmaz.
Halbuki olayın aslı da bundan farklı değildir. Yeni doğanların öleceklere
hiçbir etkisi yoktur. Bu, yalnızca psikolojik bir yanılgıdan ibarettir.
Günümüzden 150 yıl önce yaşayanlardan bugün hiçbiri hayatta değildir.
Kendilerinden sonra doğanların bu kişilerin ecellerine hiçbir faydası
dokunmamıştır. Çünkü dünya bir tür durak yeridir; sürekli dolar ve boşalır.
İnsan, farklı bir kendini kandırma yöntemi daha geliştirmiş olabilir. Ölüm
aklına geldiğinde sonsuza dek yok olacağını düşünür ve bunun dehşetiyle
Allah'ın vaat ettiği sonsuz bir hayatın "var olabileceğine" yüzde
elli ihtimal verir. Böylece kendi içinde bir nevi umut ışığı yakar. Öte yandan,
Allah'ın kendisine yüklediği birtakım sorumluluklar olduğu aklına gelince de,
diğer yüzde elli ihtimali düşünür. "Nasılsa toprak olup yok olacağım,
ölümden sonra hayat yoktur" diyerek hesap verme, cehennem azabıyla
karşılaşma gibi korku ve endişelerini bastırır. Her iki durumda da gaflet
halinin ona verdiği bir nevi sarhoşluk hali içerisinde ölüm onu yakalayıncaya
kadar yaşamını sürdürür.
Dünyada bulunuşunun gerçek amacını anlamazlıktan gelmek, insanı, sonu
cehennemle bitecek çıkmaz bir yola sürükler. Öyleyse insanın yapması gereken,
gerçekleri gözardı ederek kendisini kandırmayı bir kenara bırakması ve Allah'ın
kendisine dünyada tanıdığı süreyi en iyi şekilde değerlendirmesidir.
Dolayısıyla, düşünmekten kaçmak, hiçbir şekilde çözüm değildir.
Şimdi tüm bunları bir
de kendiniz için düşünün. Bugüne kadar yukarıda tarif ettiğimiz çerçevede bir
yaşantınız olmuş olabilir. Siz de hayatınızın gerçek amacı üzerinde düşünmemiş,
sizi yaratmış olan Allah'a karşı sorumluluklarınızı bir kenara bırakmış,
kendinizi aldatarak bir yaşam sürdürmüş olabilirsiniz. Eğer bu durumdayken bir
anda ölümle ve ardından da ebedi pişmanlıkla karşılaşmak istemiyorsanız, burada
anlatılan gerçekleri ciddi bir şekilde düşünerek okumalısınız. Unutmayın, ölüm
anında uyanmak ve gerçekleri görmek insana fayda sağlamayacaktır. Allah bu
konuda insanları kesin bir şekilde uyarmaktadır:
Sizden birinize ölüm
gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de
böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık
olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan
hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
(Münafikun Suresi, 10-11)
Şu anda
ölmeyeceğinizin garantisini size ne kendinizin, ne başkasının veremeyeceğini
bilen biri olarak hayatınızı bu kesin gerçeği unutmadan düzenleyin ve Allah’ın
razı olacağı bir insan olmaya çalışın. Pişmanlığın ve tevbenin fayda etmediği o
gün gelmeden evvel... Ölüm gelip uyandırmadan gafletin derin uykusundan uyanmak
gerekir. Çünkü ölüm anında uyanmak insana hiçbir fayda sağlamayacaktır. Allah bu
durumdan insanları şöyle sakındırır:
Sizden birinize ölüm
gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de
böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık
olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan
hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
(Münafıkun Suresi, 10-11)
Siz sakın insanların
kapıldığı bu derin gaflete kapılmayın, ve ölümün yalnızca bir anlık bir geçiş
olduğunu, çok yakın ve kesin bir gerçek olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
Biraz aklı olan
insanın yapması gereken, ölümden sürekli kaçmak değil onu her an hatırda
tutmaktır. Ancak bu şekilde gerçek hedefinin bilincinde olarak hareket
edebilir, nefsinin ve şeytanın kendisini bu geçici dünya hayatı ile aldatıp
oyalamasına izin vermez. İman eden her insan, ölüm gerçeğini samimi olarak
düşünerek, pişmanlığın ve tevbenin fayda etmeyeceği hesap günü gelmeden önce
Allah'ın razı olacağı bir insan olmak için daimi bir gayret göstermelidirler.
SALİH AMELLERDE
BULUNMADA ACELE EDİN
Ölüm anınızın
şu an olduğunu düşünün. Sizin için neler önem kazanır, nelerin hiçbir anlamı
kalmazdı? Neleri yapmış olmaktan veya yapmamış olmaktan dolayı pişmanlık
duyardınız? Kimlerin sözünü dinlemiş olmayı dilerdiniz? Ya da kiminle hiç
tanışmamış olmayı isterdiniz? Örneğin işinizle ilgili detaylar sizi ne kadar
ilgilendirirdi? Veya bir davete giderken giyeceğiniz kıyafetin, insanların
sizin şıklığınızla ya da güzelliğinizle ilgili düşüncelerinin ahiret gerçeği
yanında ne önemi kalabilirdi?
Bu sorulara samimi cevap veren kişiler vicdanlarının ne dediğini ortaya
çıkarabilirler. Ölümden sonra insanlar için önemli olan konu sadece iman ve
salih amellerdir. Bu konuyu şimdiden düşünmeniz gerekir. O nedenle sizde
ölümünüzden sonra önemli olduğunu anlayacağınız salih amelleri şimdiden yapmaya
gayret edin. Çünkü ölüm anınız belkide çok yaklaşmıştır.
Salih amel, iyi ve
hayırlı iş anlamına gelir ki, bu da Kuran'da Allah'ın rızasına uygun her türlü
fiil ve hareketi ifade eder. Bir insanın ahiretini kurtaran şey ise, yalnızca
iman etmesi değil, aynı zamanda o imana uygun salih ameller işlemesidir.
Kuran'da, salih
amellerin farklı şekilleri bildirilir. Dinin diğer insanlara tebliğ edilmesi,
Kuran ahlakının yaşanması için çalışılması, dine karşı yapılan fiili ve sözlü
saldırıların bertaraf edilmesi, Kuran'ın daha iyi anlaşılması için gayret
gösterilmesi, Müslümanların her türlü kişisel ve sosyal probleminin çözümü gibi
konuların hepsi son derece önemli salih amellerdir. Namaz, oruç, infak (zekat),
hac gibi temel İslami ibadetler de salih amellerdendir.
Bir ameli
salih kılan şey, yalnızca onun sonucu değildir, onun arkasındaki
"niyet"tir. Bu nedenle de, bir amelin salih olması, yalnızca ve
yalnızca Allah rızası gözetilerek yapılmış olmasına bağlıdır.
Kimsenin sahip olduğu malı-mülkü, serveti, makamı, mevkisi, şöhreti, itibarı,
kuvveti ve güzelliği, ölümü kendisinden uzaklaştıramaz. Herkes istisnasız ölüme
boyun eğmiş ve bundan sonra da eğmeye devam edecektir. Ölümünüzden sonra size
ait olan her şeyiniz geride kalacaktır. Öldüğünüzde dünya hayatında peşinden
koştuğunuz herşeyin ahirette anlamını yitireceğini, sadece Allah’ın rızasını
kazanmak amacıyla yapılan salih amellerin ve güzel ahlakın insanlara fayda
vereceğini anlayacaksınız.
Allah bir ayetinde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:
Bizim katımızda sizi
(Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip
salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık
olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven
içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Madem hayat çok kısadır, bu hayattan sonra sonsuz bir gerçek hayat vardır ve
madem o sonsuz hayat, bu dünyada Allah'ın rızasını arayarak kazanılacaktır; bu
durumda;
-İnsanın buradaki kısa ve değersiz hayatından çok, ölümden sonra başlayacak
gerçek hayatını düşünmesi gerekir.
-Dünyada elde edilecek servet ve imkanlara tutkuyla bağlanmanın bir anlamı
yoktur. Kimse ne malını, ne güzelliğini, ne kuvvetini, ne ailesini, ne de
şöhretini ahirete götüremez. Bunların hiçbiri mezardaki insana eşlik edemez.
Mezara giren yalnızca kefene sarılı bir bedendir; o da kısa bir süre içinde
kurtlanıp çürümeye başlayacaktır.
-Bu dünyadan ahirete götürülecek tek şey Allah rızası için yapılmış olan salih
amel ve ibadetlerdir. O zaman bu dünyada kısa bir süre için insana verilmiş
olan nimetler (sağlık, güzellik, servet vb.), ahirette ebedi olarak ve çok daha
güzeliyle yeniden insana verilecektir.
-Bu gerçeği kavramayıp da malını ve bedenini Allah rızası için harcamaktan
kaçınıp "cimrilik" eden, kendi ahiretini mahvetmekte ve asıl kendine
cimrilik etmektedir.
Kuran'da, "Hayır; siz çarçabuk geçmekte
olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terkedip-bırakıyorsunuz."
(Kıyamet Suresi, 20-21) ayetiyle,
daha yakın gördüklerinden dolayı dünya hayatına bağlanan insanlardan
bahsedilmektedir.
Bu noktada, halen
kararsızlık içinde bocalamakta olan bu insanlara Kuran'da tavsiye edilen ise
"ölümü düşünmeleri"dir. Çünkü belki de hiç son bulmayacakmışcasına
bağlandığı dünyanın bir gün mutlaka geride kalacağını düşünen kişinin aklı
başına gelecektir. Söz konusu kişi düşündüğünde görecektir ki, belki de ani bir
kaza ya da beklenmedik bir hastalık burada bahsedilen 60-70 yıllık bir ömre
bile ulaşamadan, henüz yirmili otuzlu yaşlardayken ölümüne neden olacaktır.
Böyle bir durumda bu insan, diplomalarını, malını, mülkünü, fabrikalarını,
evini, arabasını, ailesini, çocuklarını, kısacası her şeyini dünyada bırakarak
toprağın altına girecektir. Çok kısa bir süre içerisinde geriye birkaç kemik
parçasından başka bir şeyi kalmayacak olan bu insanın, dünya hayatından,
beraberinde ahirete götürdüğü tek şey, Allah için yapıp kazandıkları olacaktır.
Dünya hayatı
insanların Allah'ın rızasını kazabilmeleri için tek fırsatlarıdır. Kendilerine
verilen bu 'fırsat' hiç ummadıkları bir anda ellerinden alınabilir. Yaşanılan
bu hayatın telafisi yoktur. Ölümden sonra bir daha Allah'ın rızasını
kazanabilme imkanı söz konusu olmayacaktır. Bu gerçekleri gözardı eden insanlar
ahiret günü büyük bir pişmanlığa kapılacak ve Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla
salih amellerde bulunmak için dünyaya geri dönmek isteyeceklerdir. İnsanların
ahiret günü bu fırsatı geri isteyecek olmaları, dünya hayatındaki herşeyin
değersizliğini göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Ancak bu istekleri
kabul edilmeyecektir. Allah insanların ahirette bu gerçekleri görerek
yaşayacakları pişmanlık ve üzüntüyü Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak; Rabbimiz,
gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir
amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız' (diye
yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 12)
Bu açıdan 'hayat'
Allah'ın insanlara vermiş olduğu çok değerli bir nimettir. Sizin için
belirlenen ölüm vakti muhakkak gelecek ve büyük ihtimalle sizin hiç
beklemediğiniz bir anda melekler canınızı alacak, sonrasında ise kıyamet günü
ile karşılaşacaksınız. Bir anda dünyaya dair tüm işleriniz anlamını tamamen
yitirecek, önemli olanın sadece takva ve Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu
kesin olarak göreceksiniz.
Dünya üzerinde asla
değişmeyen tek gerçek ise şudur: İster mevki sahibi olsun, ister sıradan biri,
ister kral olsun ister çoban; öldükten sonra aynı toprağın altına
gireceklerdir. Kazandıkları hiçbir şeyin onlara faydası olmayacaktır. Yani
kemikleri ile kalakalacaklardır. Böyle bir ortamda kimsenin mevkisine,
mesleğine, gücüne veya güzelliğine bakılmayacak, sadece dünyada Allah’ın
istediği şekilde yaşayıp yaşamadığından sorulacaktır. Herkesin sonsuz
yaşamındaki konumu da, dünyadaki tavırlarına, Rabbine gönülden boyun eğici olup
olmadığına göre belirlenecektir.
Akıllı bir insan
karşısına çıkan zerre kadar bir ecir imkanını bile kaçırmak istemez. Hesap
gününde "duyarlı
teraziler" (Enbiya Suresi, 47) kurulacağını bilir. O
gün iyiliklerinin ağır basabilmesi için karşılaştığı her fırsatı
değerlendirmesi gerektiğini düşünerek hareket eder. Çünkü Allah insanları bu
konuda şöyle uyarmıştır:
O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük
fırlayıp-çıkarlar.
Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür.
Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele
Suresi, 6-8)
Aynı şekilde Allah'ın rızasına ters düşecek her tavırdan da şiddetle sakınır.
Çünkü yaptığı her hareket kendisini ya cennete ya da cehenneme
yaklaştıracaktır. Bu ikisinden başka gidilecek bir yer de yoktur. Bu
gerçeklerin kesin olarak bilincinde olan müminler, yaşamları boyunca
"korku ve umut dolu" olurlar. Hesap günü korku içinde cennete veya
cehenneme girmeyi bekleyen insanların ruh hallerini hatırlarından çıkarmazlar.
Ahirette salih amellerde bulunmanız mümkün olmayacak ve orda hesap verme
durumunda olacaksınız.
Ölümün size ne kadar yaklaştığını bilseydiniz, yaşama ümidinizi azaltıp
ahirette size fayda sağlayacak amelleri çoğaltırdınız. Unutmayın ki öleceğiniz
zaman sizi ölüm sonrası hayatta hiçbir tanıdığınız değil, sadece Allah için
yaptığınız amelleriniz karşılayacaktır. Ahirete gittiğinizde amellerinizi
çoğaltma imkanı bulamayacaksınız. Ölmüş olan her insan ahiret için yaptıklarına
sevinecektir. Dünyada bıraktıklarına ise pişman olacaktır.
ZAMANINIZIN ÇOK
KIYMETLİ OLDUĞUNU UNUTMAYIN
Şöyle bir düşünün. Ben bir an sonra yaşayacağıma garanti veremiyorsam yani her
an ölme ihtimalim varsa ve ölürsem dünyaya geri dönme fırsatım hiçbir zaman
mümkün olmayacaksa o zaman şu anda neler yapmalıyım? Bu gerçeği düşündüğümüzde
şu anımızın bizim için çok kıymetli olduğunu anlamış oluyoruz. Böyle bir gerçek
varken hayatın akışına kapılıp ahiret için birşeyler yapmamanız büyük bir
akılsızlıktır. Biraz sonra ölürsem hayatımın hesabını Allah’a verebilecek miyim
diye düşünün ve Allah’ın rızasını kazanmaya çalışın.
Ölüm gitgide yaklaşıyor. İster genç olun ister yaşlı, geçen her gün, hatta her
dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz. Zamana karşı koyamıyor ve ölümün
yaklaşmasına bir türlü engel olamıyorsunuz. Almakta olduğunuz önlemlerin
hiçbiri sizi ve çevrenizdekileri "geçici" olmaktan alıkoyamıyor.
Dünyadaki herşey gibi siz de yaşamınızı sona erdirecek güne doğru
ilerliyorsunuz.
Dünya hayatından ahirete geçmeniz yalnızca bir an meselesidir. Belki de hiç
beklemediğiniz bir anda ölümle karşılaşacaksınız. Ondan sonra istesenizde bu
gerçekleri düşünecek imkan bulamayacaksınız. Oysa henüz imkanınız varken
burdaki anlatılanları düşünmek için bir vakit ayırsanız, belki de hem dünya
hayatınızı hemde sonsuz ahiret yaşamını büyük bir sevinç ve nimete dönüştürecek
bir adım atacaksınız. Dünyada bulunduğunuz sürece ahirete yönelik bir sınav
yaşamakta ve bu konuda gösterdiğiniz çabayla denenmektesiniz. Dünya hayatı
Allah’ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. Dünyada
size verilen süre içinde ahirete yönelik en fazla kazancı sağlamakla
yükümlüsünüz. Bediüzzaman’ın da söylediği gibi dünya iman eden insanlar için
“seyyar bir ticarethane ve kısa bir müddet için yol üstünde kurulmuş bir
pazardır.“ Yani bir insan burada çok karlı bir ticaret yapabilir ve ahirette
sonsuza kadar bu dünyada kazandığı ecirlerin karşılığını yaşayabilir. İşte
burada insana düşen vicdanının sesini dinlemek ve Allah’ın kendisini denemeden
geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır.
Allah dünya hayatında insanlara öğüt alabilecekleri kadar bir süre tanır.
Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara uyarılar gönderir ve çeşitli
fırsatlar verir. Sizde şu anda son saniyelerimi yaşıyor olabilirim diye
düşünün. Ahiret için bir şeyler yapabilmenin aciliyetli olduğunu anlayın.
Cehenneme gitme ihtimalinden korkun ve Allah’ın rızasını ve cennetini kazanmak
için gayret gösterin. Var gücünüzle ahiret için çalışın. Kaybedecek tek bir
saniyemiz bile yoktur.
Sizin ahiretteki sermayeniz, yalnızca ömrünüzdür. Bu sermayeniz, o kadar
kıymetlidir ki, her çıkan nefesiniz, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve
nefesleriniz sayılıdır, azalmaktadır. Ömrünüz bitince, ticaretiniz sona erer.
Ticarete sarılın ki, vaktiniz azdır. Günleriniz, o kadar kıymetlidir ki,
eceliniz gelince, bir gün izin isteseniz de ele geçemez. Bugün, bu nimet
elinizdedir. Çok dikkat edin ve bu büyük sermayeyi elinizden kaçırmayın. Sonra
ağlamanız fayda vermez. Bugün, ecelinizin geldiğini, şimdi, o günde
bulunduğunuzu farz edin. O halde, bugününüzü elden kaçırmanızdan, bununla
saadete kavuşmamanızdan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi Allah’ın
emirlerini yerine getiriniz ve haramlardan kaçınız.
Allah'ın size deneme
amaçlı verdiği dünya nimetlerine tutkuyla bağlanıp bu değerli vakti ahirette size
hiçbir fayda getirmeyecek anlamsız ve boş işlerle harcamayın. Bir daha asla
elde edemeyeceğiniz bu 'yaşamı' israf etmeyin. Allah herkese, öğüt alabileceği
kadar bir zaman tanımıştır. Ancak bu süre dünya hayatıyla sınırlıdır. Yani
hataların telafisi samimiyetle yapıldığı takdirde ancak dünyada mümkündür.
Ölümle birlikte ise artık telafi imkanı ortadan kalkacak ve bir pişmanlık
başlayacaktır:
İçinde onlar (şöyle)
çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir
amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt
alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı)
tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)
Öyleyse henüz
fırsatınız varken; dünyaya ait ne varsa hepsinin yok olacağı, bugüne kadar
yaratılmış tüm insanların bulundukları yerden kaldırılıp Allah'a hesap vermek
için biraraya toplanacakları kıyamet günü için hazırlık yapmayı sakın
unutmayın. Allah Kuran’da şöyle emretmektedir:
Şu halde boş kaldığın
zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine
rağbet et. (İnşirah Suresi, 7-8)
Geçen günleri geri
getirmek mümkün değildir. Yarını yaşayacağımıza dair bir garantimiz de yoktur.
Gün bugün; saat bu saat; an bu andır. İnsan ancak içinde bulunduğu anı
değerlendirme imkanına sahiptir. İnsan içinde bulunduğu anı fırsat bilerek
ahiret için hazırlık yapmak durumundadır. Ömür su gibi akıp gitmektedir. İnsan
her an ölüme yaklaşmaktadır. Ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip
tükenmektedir. Bu gerçekleri bilen insan, kulluk görevlerini doğmama ihtimali
olan bir güne bırakmaz. Dünyanın Allah’ın rızasını kazanmak için çalışma,
ahiretin ise hesap verme yeri olduğunun bilincinde olur. Dünya arkasını
çevirerek yel gibi esip gitmekte, ahiret de ona karşı aynı süratle gelmektedir.
Dünya hayatının ölümle sona ereceğini bilen, ölümün sonsuz bir hayatın
başlangıcı olduğuna inanan bir insanın sonsuz hayatı kazanmak için hazırlık
yapma ihtiyacı duymaması düşünülemez. Bir gün mutlaka bu hayata veda edeceğini
bilen insan ölüm ötesi hayata hazırlıklı olmalı, ebedi hayatının sermayesini
kazanacağı yer olan dünyada yaşadığı zaman dilimini çok iyi değerlendirmelidir.
ÖLÜM ANINDA NELER YAŞANIR?
İnsan öldüğü anda bir
anda perde açılır ve ölüm sonrası hayata geçilir. Yani dünya hayatının perdesi
kalktığında dünyanın görüntüleri bir anda kaybolacak ve ölüm sonrası görüntüler
görülmeye başlanacaktır. Ölüm görüntü halinde oluşur. İnsan canını almaya gelen
melekleri öldüğü esnada görür. İnsanlar vefat ettiğinde yeni bir boyut, yeni
bir keskinlik ve yeni bir hayat modeline girmiş olacaklar. Ölümle birlikte
insanın bedeni yok olur, ancak ruhu sonsuzdur. Ölüm sadece insanın ruhunun
bulunduğu mekanın değişmesidir yani ahiret hayatının başlamasıdır. Eğer insan
Allah'ın razı olacağı şekilde bir hayat sürdürür ise, ölüm bu kişiye bir kayıp
ya da zarar getirmeyecektir. Aksine sonsuz ve kusursuz yaşamına başlamasına
vesile olacaktır. Eğer bu insan Allah'a samimi bir kalple yönelmiş ise ölüm
dışarıdan bakıldığında her ne şartlar altında gerçekleşirse gerçekleşsin kişiye
acı da vermeyecektir. Allah Kuran'da ölüm meleklerinin iman edenlerin canlarını
acı vermeden yumuşakça çekip alacaklarını bildirmiştir. Ölümün ancak inkar
edenler için acı veren bir olay olduğu da yine Kuran ayetleriyle haber
verilmiştir. Dolayısıyla da eğer kişi iman ve ihlas sahibi ise ölüm onun için
acı çekeceği bir son olmayacaktır.
İnsan bir ruha sahiptir ve ruh yok olmaz. Kişi öldükten sonra ruhu için yeni
bir hayat başlayacaktır. Ölümle birlikte ruh canlı kalır, ancak kalıp
değiştirir. Ölümle birlikte dünya ortamı ve bu ortamda bulunan bedenle ilişki
kesilir. İnsanın bedeni ile ruhunun bağlantısı kesilip de, ruhu ahiretteki
görüntülerle muhatap olmaya başlayınca yani insan ölünce, gözünün önündeki
perde kalkar ve ölümün bir yokoluş olmadığını anlar. Her gün uykudan uyanarak
güne başladığı gibi, öldükten sonra da dirilerek ahiret hayatını yaşamaya
başlar. “Dirilten ve öldüren
O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: “Ol” der, o da hemen
oluverir.” (Mümin Suresi, 68) ayetiyle haber
verildiği gibi, insanların ahirete geçişi Allah’ın tek bir “Ol” demesiyle olur.
Allah, dünyanın
görüntüsünü gösterdiği bir insanın, ölümle birlikte görüntüsünü değiştirir; ona
ahiretin görüntüsünü göstermeye başlar. Bu aynı bir perdenin kalkıp, ardından
bambaşka bir görüntünün çıkması gibi bir geçiştir. Örneğin koltuğunda otururken
kalp krizi geçiren bir insan, evinin odasının görüntüsünü görürken, bir anda
canını almakla görevli meleklerin görüntüsünü görebilir ve ardından hesabının
görülüşüne ve sonsuz mekanına sevk edilişine şahit olabilir. Ölümün nasıl
gerçekleştiğini şimdiye kadar hiç görmemişsinizdir. Sizin şimdiye kadar
gördükleriniz, insanların bedenlerinin ölümüydü, ama bir de ölüm sırasında
ruhun yaşadıkları vardır. İnsan, kendi ölümü dışında, ölümün bu yüzüne
kesinlikle şahit olamaz. İnsanlar sadece bedenin ölümünü görürler. Bir kişi öldüğü
anda, hasta yatağında huzur içinde can vermiş gibi görünebilir veya bir savaşta
kurşunlanarak yahut trafik kazasında can çekişerek ölmüş gibi de görünebilir.
Ancak ruhunun ölümü, daha doğrusu ruhun ölüm sırasında yaşadıkları, dışarıdan
görünenden çok farklıdır. Müminlerin canlarının alınma anındaki güzelliği ya da
inkar edenlerin ölüm anındaki çektiği acıyı onların başındakiler hissedemezler.
Allah bu konuyu şöyle bildirmektedir:
Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz.
Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-85)
Ayetlerdeki ifadelerde, ölüm anında kişinin yaşadıklarını yanındaki
insanların anlayamadıkları açıktır. Bu da imtihanın bir sırrıdır. Ölen kişinin
görünüşte zorlukla can vermesi ya da ani bir kalp kriziyle uykuda bir anda can
vermiş olması bir kıstas değildir. Ayrıca bu ayette bildirildiği
gibi, ölen insanın bedeni her ne kadar yakınlarının yanında gibi görünse de, bu
kişi aslında artık onların yanında değildir. Çünkü o artık bambaşka bir alemin
görüntülerini görmektedir. Allah ayette ölüm anında ayakların durumunu şöyle
bildirir:
(Ölüm korkusundan) Ayaklar birbirine dolaştığında; O gün sevk, yalnızca
Rabbinedir. (Kıyamet Suresi, 29)
Ölüm esnasında çift
ayak hissi kalkmış olur. Dolayısıyla ayağa ait algı kalktığı için insanlar
ayaklarının birbirine dolandığını zanneder. Yani ayağı yokmuş hale gelir ve
ayağını kontrol edemez. Ölüm esnasında ayak bir bütün haline gelmiş olur. Ölüm
esnasında insanlar sağ ve sol ayağı birbirine karıştırmış olurlar. Ölüm
esnasında insan ruh haline geldiği için ayağı kalmıyor. Bu durum sonra kolları
da etkiler. Sağ ve sol kol birbirine girmiş gibi olur. Bir insanın canı
çıkarken ayaktan yukarıya doğru çekilir ve ağzına yaklaşır ve can ağızdan
çıkmış olur. Allah insanların öleceklerini bildiğini ayette şöyle bildirir:
Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu anlamıştır. (Kıyamet
Suresi, 28)
Bu ayette insanların
ölmeden önce öleceklerini bilmeleri bildirilmiştir. Yani her insan ölümünden
önce öleceğini bilir. Allah bir ayette ölüm anını şöyle bildirir:
Hayır; can, köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman, (Kıyamet Suresi, 26)
Can, köprücük kemiğine
dayandığı zaman insanlar ölüm sonrası boyuta geçmiş olurlar. Ondan sonra dünya
boyutuna geçilmesi mümkün değildir. Allah dilerse insana ölüm sonrası hayattan
dünya hayatını gösterebilir. Bu konuyu şöyle düşünebiliriz: İki boyutlu bir
ayna düşünelim. Aynanın görüntüsünün içinde bir insan görüyoruz. O insanın
canlı olduğunu düşünün. Ama o insan sadece aynanın içinde üç boyutluymuş gibi
yaşayabiliyor. Biz o insanı aynanın dışından yani dördüncü boyuttan görebiliriz
ama o kişi aynanın içinden bizi göremez. Ölümde böyledir. İnsan ölürken üçüncü
boyuttan dördüncü boyuta geçmiş olur.
Yüzdükçe yüzerek gidenlere, (Naziat Suresi, 3) ayeti ölümden sonra ruhun yüzme
tarzında gittiğine işaret etmektedir.
İnsanların bazıları
gibi sizde ölüm anınızı pek düşünmemiş olabilirsiniz. Çünkü bunları düşünmek
bazı insanları dehşete düşürür. Mümkün olduğunca bu gerçekten kaçmaya
çalışırlar. Konusu açıldığında hemen konuyu kapatırlar. Düşünseniz de
düşünmeseniz de her insan gibi sizde şuan ölüm anına doğru hızla
yaklaşıyorsunuz. Ölüm anını bir insanın zihninde canlandırması, yüzde yüz
samimi ve vicdanlı davranmasına neden olur.
MÜMİNLERİN ÖLÜMÜ NASIL OLACAKTIR?
Allah’ın rızasını
kazanmış mümin için ölüm anında ızdırap ve acı çekme yoktur. Kuran, müminin
ruhunun yumuşacık alınacağını haber verir. Öleceği zaman mümin hisseder, birden
görüntü netleşir. Kuran’da, “O gün görüş gücü keskindir” buyrulur. Normalde
biraz flu olan dünyadaki görüntü, ölüm anında daha keskinleşir. Gelen ölüm
melekleri, mümine hiçbir rahatsızlık vermeden güzellikle canını alırlar. Mümin,
canının alınış şeklinden, yaşayacağı olayların zincirleme olarak güzel
gideceğini anlar. Çünkü ahirette de “önünde ve sağ yanında parıldayan nur”
bulunduğu bildirilir. Mümin için ahirette sürekli bir güzellik vardır.
Ölüm mümin için
cennete açılan bir kapıdır. Ölen müminin ruhu yumuşakça çekilip alınır ve iki
melekle birlikte sonsuz güzel hayatına başlamakla müjdelenir. Bu kişi ne
korkar, ne de üzüntüye kapılır. O artık sonsuza kadar mutluluk ve huzur içinde
yaşayacak olmanın tarif edilemez neşesini yaşar. Bu gerçek Kuran'da şöyle
bildirilmiştir:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size"
derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin. (Nahl Suresi, 32)
Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: "İşte bu sizin
gününüzdür, size va'dedilmişti" diye
melekler onları karşılayacaklardır. (Enbiya Suresi, 103)
Bir ayette Yumuşacık
çekip alanlara, (Naziat Suresi, 2) bildirilmiştir. Bu
ayet müminlerin canının alınma şeklini bildirmektedir. Müminin ruhu alınırken
ne bir rahatsızlık ne de bir huzursuzluk duyar. Müminin canı gayet rahat alınır.
CEHENNEM
EHLİNİN ÖLÜMÜ NASIL OLACAKTIR?
Her inkarcının
gerçekleri kabul edeceği, şüphelerinden arınacağı bir an vardır. İstisnasız her
inkarcı ve şüpheci, mutlaka Allah'ın ve ahiretin varlığına iman edeceği bir
anla karşılaşacaktır. Bu an, dünya hayatının görüntüsünün kaldırılıp,
meleklerin görüntüsünün gösterildiği ölüm anıdır. Hesapları görülüp de cehenneme
sürüklendiklerinde ise, cehennemden ve cennetten yana hiçbirinin en küçük bir
şüphesi kalmayacaktır.
Cehenneme gidecek olan
insanların canı alındığında birden çok korkunç ve kapkaranlık bir ortama geçmiş
olacaklardır. Canını ürkütücü görünümlü melekler döve döve alacaktır. Bu o
kişinin hiç beklemediği sürpriz bir durumdur. Dünya hayatını Allah'ın rızasına
göre yaşamamış birinin bedeni nasıl ölürse ölsün, ruhunun yaşadıkları azap dolu
yaşamının bir başlangıcı niteliğinde olacaktır. Allah bu insanlara karşılaşacakları
zorlu günü ayetlerde şöyle hatırlatmaktadır:
Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları
zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)
Melekleri, onların
yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar
edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği
işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal
Suresi, 50-51)
Bu ayetteki ifadeden, azabın inkarcılar için ölüm anında başladığını
anlayabiliriz. Onların canları yüzleri ve sırtlarına vurularak ve çok şiddetli
acılar içinde alınır. Ruhun bedenden sökülmesi büyük bir acıya neden olur.
Dikenli bir çalının insanın içinden sökülmesi gibi. Zaten, o anda kişi inkarcı
konumunda olduğunu anlar. Kişi henüz ölüm anının başlangıcında büyük bir
belanın içine girdiğini, ayetteki ifadeyle “beli büken işler”in kendisini
beklediğini ve bunun zincirleme devam edeceğini anlamış olur. Müminin yaşadığı
güzelliklerin aksine, inkarcıda sürekli bir perişanlık esastır.
Kesinlikle yaşayacağınız ölümü dikkatli düşünün: Mesela araba kullanırken
veya her zaman yaptığınız işlerden birini yaparken, bir anda karşınızdaki
görüntü değişecek ve iki ölüm meleği ile karşılaşacaksınız. Ve o anda kişi
neler olacağını anlar. Ölüm anı gelip çattığında, bir anda ölüm meleklerini
yanında bulacaktır. Ve ölümün gerçekliğini gördüğü anda, eğer Allah'ın rızasına
uygun bir yaşam sürdürmediyse mutlaka pişmanlığını hissedeceği şeyler
olacaktır. Bir ayette bu duruma şöyle işaret edilmiştir:
Ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlara andolsun. (Naziat Suresi, 1)
Yüce Allah ölüm anındaki imtihanda çok ince bir sistem kurmuştur. Ki,
inkarla iman arasındaki çizgide insanlar akıllarını çok iyi kullanabilsinler.
Allah rızası için yaşamış, sadık ve doğru olan insanlarla, Allah’tan yüz
çevirerek yaşamış kimselerin aynı konumda olmamaları için böyle çok ince bir
yöntem hazırlanmıştır. Allah bu konuyu şöyle bildirmektedir:
Yoksa kötülüklere
batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı
mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.
(Casiye Suresi, 21)
ALLAH’IN EMİRLERİNİ UNUTMAYIN
VE UYGULAYIN
Hiç zaman kaybetmeden samimi tevbe edin. Kendi günahlarınız için
ve diğer müminlerin affedilmesi için dua edin. Allah’a şükredin. Allah’ı
tesbih edin. Allah'ı çokça zikredin. Allah'ı çok sevin. Bütün sevginizi
Allah'a verin. Allah'ın yasaklarını işlemekten çok korkun. Allah için
nefsinize iyi hakim olun. Peygamberimize salavat getirin. Namazı dosdoğru
kılın. Sadaka verin. Herşeye Allah için sabredin. Salih amellerde
bulunun. Hayırlarda yarışın. Öfkenizi Allah için yenin. Allah için
yaşayın. Sürekli Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmaya
çalışın. İnsanlara Allah’ın varlığını, ölümü, ahireti, Kuran ayetlerini,
Peygamberimizin sözlerini anlatın. İnsanlara sabırlı olmasını tavsiye
edin. İnsanlara merhametli olmasını tavsiye edin. İnsanları yoksullara,
yetimlere ve ihtiyaç içinde olanlara yemek yedirmelerini teşvik edin. İnsanlara
iyiliği emredin ve insanları kötülükten sakındırın. Allah'a samimi kalple çok
dua edin. En büyük farz olan İslam Birliği için samimi kalple çok dua edin
ve İslam Birliği'nin Kurulması için çaba gösterin. Malınızı Allah için
harcayın. Merhametli olun. İmkanınız varsa yoksullara, yetimlere ve
ihtiyaç içinde olanlara yemek yedirin. Kuran’ı iyi düşünerek
okuyun. Kuran’ı hayatınıza geçirin. Bunları istekli ve sabırla yerine
getirin. Öldükten sonra bunları yapma fırsatınız HİÇBİR ZAMAN olmayacaktır. Allah’ın
emirlerini iyi öğrenerek onları istekli, güzel ve sabırlı bir
şekilde yerine getirin. Bu konuda kararlı ve sabırlı olun.
ALLAH’IN YASAKLARINDAN KAÇININ
Yalan
Söylemeyin. Dedikodu yapmayın. İftira atmayın. Küfürlü konuşmayın. Kimseye
hakaret etmeyin. Kimseye kötü ve kırıcı söz söylemeyin. İnsanları rahatsız
etmeyin. Haksız yere kimseyi öldürmeyin ve öldürtmeyin. Başkasının malını
yemeyin. Başkasının malına göz dikmeyin. Zina etmeyin. İçki içmeyin. Kumar
oynamayın. Kötülük yapmayın. Her an ölme ihtimaliniz olduğundan dolayı Allah’ın
bütün yasaklarından şiddetle kaçının. Allah’ın yasaklarını yapmama
konusunda kararlı ve sabırlı olun.
Ayetlerde ölüm ile
ilgili şöyle buyrulmaktadır:
De ki: “Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız.” (Ahzab Suresi, 16)
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a Suresi, 8)
Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz… (Ankebut Suresi, 57-59)
Senden önce hiçbir
beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her
nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan
ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 34-35)
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (Araf Suresi, 34)
(Enbiya Suresi, 34-35)
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler" (Araf Suresi, 34)
Peygamberimiz
(sav) hadislerinde ölüm ile ilgili şu öğütlerde bulunmuştur:
"Ben giderim ve size iki vaiz bırakırım, daima size nasihat verirler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak: Konuşan vaiz Kuran-ı Kerim'dir. Susan vaiz ise ölümdür." (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s. 141)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)
“Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.” (İbni Lal)
Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz,“O kimse ölümü hatırlar mı?” buyurdu. O zat da,“Ölümü hatırladığını duymadık” dedi. Peygamber efendimiz,“Ölümü anmayanın değeri olmaz” buyurdu. (İbni Ebiddünya)
"Ben giderim ve size iki vaiz bırakırım, daima size nasihat verirler. Biri konuşarak söyler, diğeri susarak: Konuşan vaiz Kuran-ı Kerim'dir. Susan vaiz ise ölümdür." (İmam-ı Gazali, Kimyayı Saadet, s. 141)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)
“Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.” (İbni Lal)
Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in omzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden kabul et.”
Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz,“O kimse ölümü hatırlar mı?” buyurdu. O zat da,“Ölümü hatırladığını duymadık” dedi. Peygamber efendimiz,“Ölümü anmayanın değeri olmaz” buyurdu. (İbni Ebiddünya)
En akıllınız, ölümü
çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan
dünya ve ahiret saadetine kavuşur. (Taberani)
Allah’tan utanan,
ölümü düşünmeden yatmaz, haram lokma yemez, zinadan kaçar, dilini, gözünü ve
kulağını haramlardan sakındırır, öldükten sonra çürüyeceğini düşünür. (Taberani)
Lezzetleri yok eden,
ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın. Ölümü darlıkta düşünen rahatlar.
Bollukta düşünen, lüzumsuz işten, israftan kaçar, kanaatkar olur. (İ. Hibban)
Ölümü anmak,
günahlardan korur ve dünyadan (Allah’ın rızasına mani olan her şeyden)
alıkoyar. (İbni Ebiddünya)
Demir paslandığı gibi,
kalpler de günahla paslanır. Kalplerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur’an-ı
Kerim okumaktır. (Beyheki)
Ölümü anmak sadaka
vermek gibi sevaptır. (Deylemi)
Enes B. Malik demiştir
ki: “ Bir kere Peygamber (a.s.) bir takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu:
İşte bu çizgi insanın umduğu emelidir. Şu çizgide ecelidir. İnsan uzaktaki
emelini beklerken kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir.” ( Buhari, Rikak, 4, Vll. 171)
“Ey müminler! Ölüm
geliyor! O kimine saadet, kimine de felaket getirendir.” (İbni Ebiddünya)
“Ani ölüm,
hazırlıklı olan müminler için rahatlık, hazırlanmaya ihtiyacı olanlar için ise
hasrettir.” (Ahmed)
SİGARA, İÇKİ VE
GÜNAHLARDAN KURTULMANIN EN TEMEL YOLU
Bir insanın zayıflığı
kendine yedirmemesi yani kabul etmemesi gerekir. Bir insan kendisini robot gibi
kullanmalıdır. Sigara içen bir insan sigarayı içmiyorum diyerek sigarayı
bırakabilir. Bir insanın kendisinin sigaraya sürüklendiğini yani kendisinin
boynundan birisi tutup sigarayı yöneltmesi gibi bir üslup insana yakışmaz. Bunu
insanın izzeti nefsine yakıştırmaması gerekir. Sadece içmiyorum demesi
yeterlidir. Sigara bizi zorla kendisine getirip çekemez. Sigara içmediğimde
perişan oluyorum gibi sözler doğru değildir. İnsanın kendine Allah rızası için
bir saygı duyması gerekir. İnsanın azmetmesi gerekir. İnsanın kendisini
aşağılayacak, ezecek, Allah’a karşı küçük düşürecek bir şey yapmasına ne gerek
vardır. Yapmıyorum söylenir ve çelik gibi bir irade kullanılır ve hayatın her
safhasında böyle yapılır. Mesela sabah namaza kalkmanın zor olduğunu söyleyen
bir insan kendisine kalk dediğinde kaldırır. Kalkamıyorum demenin bir anlamı
yoktur. Vücut tek bir emre bağlıdır. Vücut hangi emrimizi yerine getirmiyor ki?
Mesela önünüzde bir kalem var. Kalemi alıp yan tarafınıza koymak istediğinizde
bedeninize bu emri vermeniz yeterlidir. Beden çok uysaldır. Beden tam bir
köledir ve insanın emrindedir. Beden insana tam boyun eğmiştir ve makine
gibidir. Sadece emir vermek yeterlidir. Sigara içmiyorum söyleyip işi
bitireceksiniz. İçki içen birisiyseniz içkiyi içmiyorum söyleyip işi bitirmiş
olacaksınız. Anında konu kapanmış olur. Herhangi bir günah işleme durumunda
yapmıyorum der ve işi bitirirsiniz. Zaten vücut uysalca hemen sizi dinlemiş
olur. Yani hiçbir sorun çıkartmaz. Bazı insanlar vücuda bu emri vermenin zor
olduğunu zannederler. Halbuki çok kolaydır ve vücudun insanı dinlemesi de çok
kolaydır. Bunu bazı insanlar gözünde büyütürler. Daha önce kendilerini
şartlandırdıkları için yapamayacaklarını zannederler. Öncelikle o
şartlandırmayı kaldırmak gerekir. Vücuda emir vermek ve vücudun emri dinlemesi
çok kolaydır. Bunu denediğinizde görmüş olacaksınız. Bunu aksi gösteren
insanlar bahaneye sığınmış olurlar. Bunlar bazen insanın geçmişinden,
çocukluğundan kalmış olan bilgilerden kaynaklanır. Çocukluktaki bilgiler insanı
çok tahrip eder. Çocukluktan kalmış beyne oturan bilgiler yani alışkanlıklar
insanların canını yakmıştır. Vücudun söz dinleme gücü son derece kolaydır.
Vücuda emir vermekte bir o kadar kolaydır. İnsanlar bunu yaşayarak gördükleri
vakit hemen anlamış olurlar. Bir insan sigarayı içmiyorum dediğinde vücut ona
niye içmiyorsun demez. Fakat geçmişten kalan bilgiler devreye sokulursa
mesela biraz sonra perişan olacaksın, başın ağıracak gibi garip
yalanlarla kendisini kandırırsa bu olur. Bazı insanlar böyle durumlara mutlaka
bir kılıf bulurlar. Kendilerini kandıran sahte bilgilere aldanırlar. O sahte
bilgilerin hepsi kenara atılıp daha gerçekçi düşünülmesi gerekir.
İnsan bedeni insana isyan edemez. İnsan bedeni köle gibidir. Bazı insanlar
nefsi abartırlar. Mesela nefs kontrol altına alınamaz, nefs insanı sürükler,
nefse söz geçiremedim gibi sözler vardır. Bunlar iman zafiyetinden ve ona bağlı
akıl zafiyetinden olur. En cazip şey bile olsa insan kendisini rahatlıkla
kontrol altında tutabilir. Haram olan bir fiil olduğunda bedene emir verilirse
beden o haram fiili yapmaz. Nefs Allah’a düşman yaratılmıştır ve daima kötülüğü
emreder. Nefs çok zavallı ve baş eğicidir. Nefs bir emre bağlıdır yani dur
dediğinizde durur. Bir şey helal olduğunda hadi dediğinizde devam eder. Bunun
dışında bir özelliği yoktur. Bazı insanlar suç işlediğinde şeytan beni
kışkırtıp bunu bana yaptırdı diyebilirler. Şeytanın insanın üzerinde zorlayıcı
gücü yoktur. Şeytan insana sadece fısıldar. Sizde dinlemiyorum dediğinizde
konu bitmiş olur.
İnsanın nefsini kınaması çok
makbuldür. Bu durum insanın akıllı olmasını sağlar. Bir insan nefsini temize
çıkarttığında akli dengesi bozulur. Bazı insanlar doğru eleştirildiğinde hemen
kendini övmeye başlar. Halbuki Allah razı olsun, daha iyi olurum inşallah,
eksik ve hatalı yönlerimi düzeltirim söylemiş olsa aklın kapısını açmış olur.
Nefsi ezmek son derece kolaydır. Bir
gün mutlaka öleceğini ve aciz olduğunu bilen bir insanın nefsinin kölesi olması
çok akılsızca bir harekettir. Nefs bir insanı olumlu etkileyecek bir şeye
çekmez. Nefs bir insanı içkiye çekse zaten içkide bir zevk yoktur. Nefs bir
insanı zinaya çekse zinadan insan tiksinir ve iğrenti gelir. Ondan da bir zevk
alamaz. Nefs bir insanı öfkeye çekse öfke insanı rahatsız eder ve hasta
yapabilir. Bu durumun da bir zevki yoktur. Nefsin insanı çektiği şeyler kötü ve
rahatsız edici şeylerdir. Nefsi ezmek güçmüş gibi gözükebilir ama nefsi ezmek
insan için nimet ve kolaylıktır. Nefsi ezmek insanı rahata sevk eder. İnsan
nefsten kurtulduğunda beladan, rahatsızlıktan ve sıkıntıdan kurtulmuş olur. Ben
nefsime uyuyorum demek şuurum kapalı anlamına gelir. Bu çok garip bir durumdur.
Yani bunun bir makulluğu yoktur. Eğer bir insan nefsine uymuş diyorsak kendi
zararına bir hareket demektir. Mesela kafasını duvara vurmak gibi, kendini
yaralamak gibi yani kendine acı çektirmektir. Nefsi kontrol altına alan insan
asıl nefsine o zaman uygun yaşamış olur. Mesela gayri meşru ilişki yerine
helali olana yaklaşırsa bu o insan için bir nimet olur. Yalan söylemezse
vicdanı açılır. Affederse kafası dinç olur ve sıkıntısı gider. Alkol ve
uyuşturucu kullanmazsa sağlıklı, sıhhatli ve daha zinde olur. Bunlar nefsin
lehine olan şeylerdir. Bunların aksi nefsin aleyhinedir.
SİGARANIN ZARARLARI VE SİGARAYI BIRAKMA YOLLARI
SiGARAYI NEDEN BIRAKMAK İSTEDİĞİNİZİ BİR DÜŞÜNÜN
Kendinizi daha sağlıklı hissetmek, nefessiz kalmamak.
Sigara için harcanan parayı boşa harcamamak.
Vücudunuzu sigara içinde bulunan nikotin ve bir çok kimyasal maddeden
temizlemek.
Ailenize örnek olmak.
Kalp krizi ve kansere yakalanma riskini azaltmak.
Sigaranın, vücudun çeşitli organlarında yaptığı tahribat ve kanserin
yanında cilt sağlığı ve güzelliğinize de zararları vardır. İşte sigaranın
zararları:
* Ağız kokusu yapar, diş ve diş eti hastalıklarına yol açar.
* Dudak, yanak ve gırtlak kanserine neden olur. Hatta sigarayı yakmadan dudağında taşıyan yada tütün çiğneyenlerde de ağız için kanserleri görülür.
* Dilde, tat alma duyusunda bozulmalar olur.
* Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar. Öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı ve erken bunama görülür.
* Göz merceğinin saydamlığının azalmasına yani katarakta sebep olur.
* Cildin yapısının bozulmasına neden olur. Leke ve kırışıklık oluşur. Selülitlere sebep olur.
* Burunda koku alma duyusu azalır.
* Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta kulak iltihabı gibi üst solunum yolu hastalıklarına yol açar.
* Damar sertliğini hızlandırır. Beyin ve kalpte damar tıkanıklığına neden olur. Kalp krizi ve tansiyon yükselmesi görülür.
* Erkeklerde iktidarsızlığın başlıca sebeplerindendir. Ayrıca mesane kanserinin önemli nedenlerindendir.
* Akciğerlerde çeşitli hasarlara, astım ve kronik bronşit gibi hastalıklara neden olur. Bronşlarda ve akciğerlerde birçok çeşit kanserin oluşmasına neden olur.
* Gastrit, ülser ve reflü hastalığına sebep olur. Mide ve yemek borusu kanserine yol açar.
* Gebelikte tüketilen sigara düşük doğumlara ve bebekte gelişme geriliğine neden olur.
* Erken menopoz ve rahim kanserinin sebebidir.
* Parmaklarda sararmaya ve tırnaklarda zayıflamaya yol açar.
* Kemik erimesine neden olur.
* Burger hastalığına sebep olur. Bu haslatık, el ve ayaklardan başlayarak tıkanıklığa yol açar ve uzuvların kesilmesi gerekir.
* Vücutta yorgunluk, uykusuzluk hali, stres, gerilim, performansta düşme ve reflekslerde azalma görülür.
* Pankreas kanseri riski artar.
* Hastalık, yara ve ameliyat tedavileri uzun sürer.
* Kullanılan ilaçları etkisizleştirebilir.
* Bütçenize yük olur, çevre kirliliğine yol açar, yangınların en önemli sebeplerindendir.
* Çocuklarınız kanseri önleyen genlerden yoksun hayata gelir.
* Hamilelerde %10-15 eksik kiloda doğuma ve bebek zeka eksikliğiyle doğar.
* Çevrenizdekileri de bu zararları verirsiniz. Çocuğunuzun sigaraya başlama oranı daha fazladır.
* Dudak, yanak ve gırtlak kanserine neden olur. Hatta sigarayı yakmadan dudağında taşıyan yada tütün çiğneyenlerde de ağız için kanserleri görülür.
* Dilde, tat alma duyusunda bozulmalar olur.
* Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar. Öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı ve erken bunama görülür.
* Göz merceğinin saydamlığının azalmasına yani katarakta sebep olur.
* Cildin yapısının bozulmasına neden olur. Leke ve kırışıklık oluşur. Selülitlere sebep olur.
* Burunda koku alma duyusu azalır.
* Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta kulak iltihabı gibi üst solunum yolu hastalıklarına yol açar.
* Damar sertliğini hızlandırır. Beyin ve kalpte damar tıkanıklığına neden olur. Kalp krizi ve tansiyon yükselmesi görülür.
* Erkeklerde iktidarsızlığın başlıca sebeplerindendir. Ayrıca mesane kanserinin önemli nedenlerindendir.
* Akciğerlerde çeşitli hasarlara, astım ve kronik bronşit gibi hastalıklara neden olur. Bronşlarda ve akciğerlerde birçok çeşit kanserin oluşmasına neden olur.
* Gastrit, ülser ve reflü hastalığına sebep olur. Mide ve yemek borusu kanserine yol açar.
* Gebelikte tüketilen sigara düşük doğumlara ve bebekte gelişme geriliğine neden olur.
* Erken menopoz ve rahim kanserinin sebebidir.
* Parmaklarda sararmaya ve tırnaklarda zayıflamaya yol açar.
* Kemik erimesine neden olur.
* Burger hastalığına sebep olur. Bu haslatık, el ve ayaklardan başlayarak tıkanıklığa yol açar ve uzuvların kesilmesi gerekir.
* Vücutta yorgunluk, uykusuzluk hali, stres, gerilim, performansta düşme ve reflekslerde azalma görülür.
* Pankreas kanseri riski artar.
* Hastalık, yara ve ameliyat tedavileri uzun sürer.
* Kullanılan ilaçları etkisizleştirebilir.
* Bütçenize yük olur, çevre kirliliğine yol açar, yangınların en önemli sebeplerindendir.
* Çocuklarınız kanseri önleyen genlerden yoksun hayata gelir.
* Hamilelerde %10-15 eksik kiloda doğuma ve bebek zeka eksikliğiyle doğar.
* Çevrenizdekileri de bu zararları verirsiniz. Çocuğunuzun sigaraya başlama oranı daha fazladır.
Sigara düşük riskini arttırır
Sigara yarık damak gibi bazı doğumsal anomalilerin görülme riskini arttırır.
Sigara erken doğum riskini arttır
Sigara plasenta previa ve abrubtio plasenta riskini arttırır.
Sigara düşük doğum ağrılığı görülme oranlarını %30 arttırır
Sigara anne karnında bebek ölüm riskini arttırır.
Sigara çocukta ileri dönemlerde astım ve benzeri kronik hastalıkların
görülme riskini arttırır
Sigara çocuğun ileriki yaşamında öğrenme yeteneğinde azalmaya neden olur.
Sigara çocuğun hiperaktif olmasına neden olabilir.
Sigara çocukta davranış bozukluğu görülme riskini arttırır.
Sigara çocuğunuzunda ileride sigara bağımlısı olma riskini arttırır.
HAMİLE İKEN SİGARAYI BIRAKMANIZ İÇİN 10 NEDEN
Sigarayı bıraktığınızda bebeğiniz de bırakmış olacaktır
Bebeğiniz doğduğunda yaklaşık 200 gram daha ağır olacaktır
Bebeğinizin doğum sonrası hastanede kalış süresi daha kısalacaktır
Hamileliğiniz daha rahat geçecektir.
Hamileliğiniz daha sağlıklı geçecektir.
Bebeğinizin karnınızda ya da doğumdan sonra ölme riski azalacaktır
Doğum sonrası bebeğinizde astım ve alerji gibi hastalıkların görülme riski
azalacaktır.
Sütünüz daha sağlıklı olacaktır
Hastalık riskiniz azalacağından çocuğunuzun büyümesini daha keyifli
izleyebileceksiniz
Sigaraya vereceğiniz parayı bebeğiniz için harcayabileceksiniz.
SİGARA, ALKOL VE DİĞER ZARARLI ALIŞKANLIKLARDAN KURTULMANIN EN TEMEL YOLU,
GÜÇLÜ BİR İRADE KULLANARAK BEN BUNLARI BIRAKIYORUM DİYE BİR KARAR ALMANIZDIR.
BUNU İSTEMENİZ HİÇDE ZOR DEĞİLDİR. SADECE BİR KARAR ALMANIZ YETERLİ OLACAKTIR.
NEFSİ
KÖTÜLÜKLERİNDEN KORUNMAK İÇİN
Nefislerini eğitmek isteyenler, nefse asla acımamak, destekçi çıkmamak ve yandaş olmamak gerektiğini unutmamalıdırlar...
İnsanın dünya hayatındaki imtihanındaki en büyük düşmanlarından biri nefsidir. İnsanın en büyük düşmanının, kendi içinde olması ise çok düşündürücüdür. Dünya hayatının sonuna kadar en çetin mücadeleyi vermesi gereken varlıklardan biri, uzakta bir yerlerde değil, tam olarak "ben" dediği varlığın içindedir; yani "benliğinin bir parçası"dır.
İnsanın ise kendine, dünyadaki maddi manevi herşeyden çok sahip çıkma eğilimi vardır. Herkesten çok kendini düşünmeye, herkesten çok kendini korumaya, kendini sevmeye meyillidir.
Elbetteki bu durum, Yüce Rabbimiz'in çok büyük hayır ve hikmetlerle yarattığı bir imtihan sırrı içermektedir. Allah nefsi, insanın çevresinde gördüğü insanlardan ya da varlıklardan herhangi biri olarak yaratabilirdi. Böyle bir durumda da insanın nefsini, kendisine ait olmayan, yabancı bir varlık olarak görüp, ona çok daha objektif olarak yaklaşması mümkün olabilirdi. Yabancı bir insana nasıl sahip çıkmıyor, nasıl kayıtsız şartsız bu insanın savunuculuğunu üstlenmiyor ve onu kendi gibi kabul etmiyorsa; böyle bir durumda da, nefsini de karşısına alması çok sıradan kolay bir olay olurdu.
Ancak Yüce Rabbimiz nefsi, yalnızca samimi iman edenlerin yenebileceği gibi yaratmıştır. İman edenler, her ne kadar kendilerine ait bir varlık gibi görünse de, nefsin de yaratılmış her şey gibi, yalnızca beyinlerinde oluşan bir algıdan ibaret olduğunu bilirler. Allah insanın beyninde nefs gibi, binlerce varlığa dair bilgi yaratmaktadır. İnsanın bunlar arasından bir tanesini seçip, "iyi de olsa kötü de olsa bu algının her şeyini sahipleneceğim, herşeyini savunacağım" diye karar vermesi, samimi vicdanla ve temiz bir akılla değerlendirildiğinde, son derece mantıksızdır.
Eğer insanın, kendisine gösterilen algılar bütününden bir tanesini seçip sahiplenmesi gerekiyorsa, bu yalnızca "Allah'ın rızası, Kuran ve İslam'ın menfaatleri" olmalıdır.
İşte nefsini sahiplenip onun kendisini kötülüğe sürüklemesinden kurtulmak isteyen bir insanın yapması gereken budur. Kendini aklını yok sayacak; aklının yerine "Kuran ahlakı"nı koyacaktır. Bedenini de sahiplenmekten vaz geçecek; bunun yerine de "Müslümanların bedenini" kendi bedeni gibi kabul edip, onları sahiplenecektir.
Bunun için şöyle düşünülebilir: Bir odada iki kişi olduğunu farz edelim. Allah burada kişinin beyninde iki ayrı insan görüntüsü göstermektedir. Bunlardan başını göremediği görüntü kişinin kendisidir. Diğerini ise herşeyiyle ve tümüyle görmektedir. İnsan, bu iki görüntü içerisinden daima kendisine ait olanı sahiplenir. Bu bedenin nefsini savunma kararı alır. Halbuki bunun yerine, tam olarak gördüğü diğer kişinin nefsini sahiplenmeye karar verse, bu ortamda gelişecek tüm olaylarda, yapılacak tüm konuşmalarda, kişi, nefsinden yana kendisine ulaşabilecek tüm belalardan kurtulmuş olacaktır. Nefsinden gelen kötülükleri sahiplenmeyecek, ondan gelecek telkinlere aldanmayacak, her ne olursa olsun Kuran'dan yana, adaletle ve dürüst kararlar verebilecek, mutlaka Kurani konuşmalar yapabilecektir. Karşı tarafın haktan yana tüm çağrılarına açık olup, bunlardan tam anlamıyla istifade edebilecektir.
Böyle düşünerek nefsini sahiplenmekten kurtulan bir insan, bu belanın getireceği maddi manevi her türlü kötülükten korunmuş olacaktır. Nefsine yönelik bir saldırı olduğunu düşündüğünde Kuran'dan uzak, tevekkülsüz bir telaşa kapılmayacak, bedeni kendini savunma hırsıyla sarsılıp güçsüzleşmeyecektir. Kendisine acımayacak, haktan uzaklaşıp, adaletsiz, samimiyetsiz fikirlere kapılabileceği bir akıl boşluğu oluşmayacaktır. Müslüman olmanın, Kuran ahlakına uymanın, Allah rızası için yaşamanın müminin yüzüne yansıttığı nur yok olmayacak, hem bedeni hem de ruhi bir kirlenme oluşmayacaktır. Allah'ın izniyle bu bilinçle hareket eden bir mümin, hem bedenen çok güçlü olacak hem de Kuran ahlakını kusursuzca yaşayabilecek bir vicdan açıklığı içerisinde olacaktır.
Allah Kuran'da nefsin, Allah'ın dilemesi dışında insanı mutlaka kötülüğe çağırdığını bildirmiştir. Kuran'da verilen bu bilgi insanın dünya ve ahiret kurtuluşu için son derece önemlidir. Allah, çok önemli bir sırrı insana haber vermektedir. Ancak çoğu insan bu önemli bilgiyi derinlemesine düşünmez; üzerinden geçip gider. Çünkü nefs, kendisini kötü görmek istemez. Daima kendisine uyulmasını, itibar edilmesini, güvenilmesini ve isteklerine uygun hareket edilmesini ister. Ayetin manası kavrandığında ise, kişinin artık "nefsine güvenmemesi" gerektiğini kabul etmesi gerekecektir. İşte çoğu insan bu sonuçtan alabildiğince kaçmak ister.
Oysa bu kaçış kişiye hiçbir kazanç sağlamaz. Tam tersine nefs kötülüğe çağırdıkça, o da kötülüğün içine giderek daha da derinlemesine saplanır.
Bu ise Yüce Allah'ın insanlara gösterdiği çok büyük bir sırdır. İnsan nefsine, kendisini korumak, yüceltmek, haklı çıkarmak ve böylece de rahat etmek için sahip çıkar. Ama Allah'ın değişmez adetullahı gereği sonuç bunların tam tersi olur. Sürekli nefsinden yana tavır koyan, hep kendini haklı karşı tarafı haksız gören, Allah'ın rızasına, Kuran ahlakına, Müslümanların sözlerine karşı hep kendinden yana tavır alan bir insan hep zarara uğrayan kişi olur. Allah'ın rızasından uzaklaştığı için o yücelmek isterken, Allah onu hep küçük düşürür. Uğradığı zarar, maddi manevi her açıdan çok açık bir şekilde görünür. Normal berrak bir akıl sergileyebilecekken, kavruk, karmaşık, anlaşılmaz bir akıl ortaya çıkar. Sözleri hikmetsiz, samimiyetsiz ve güzel ahlaktan uzak bir hal alır. Sağlığı elinden gider; öfkeye, tersliğe, çekişmeye, kavgaya açık bir hale girdiği için tansiyonu çıkar, nabzı yükselir, başı ağrır, midesi ağrır, bitkin, yorgun hale gelir. Kendini şiddetli şekilde kasmaktan beli, boynu tutulur. Cildi bozulur, tüm vücudunda bariz bir kirlenme ortaya çıkar. Hem ruhen hem de bedensel olarak güzel ahlak gösterdiği haline göre ciddi şekilde kirlenir, çirkinleşir ve tanınmayacak hale gelir. Gösterdiği ahlaka vücudu dahi dayanamaz ve iflas eder.
Halbuki Müslüman için böyle bir hal içerisine girmemek son derece kolaydır. Kendi kendine "Ne gerek var bu kadar zorluk içerisine girmeme? Nefsimi sahiplenmekten vazgeçsem; Allah'ın rızasına, Kuran'a, müminlere uysam inşaAllah," deyip harekete geçse, bunun çok daha kolay olduğunu görecektir. Rabbimiz böyle düşünen salih müslümanlara Katından bolluk, bereket, ferahlık, neşe ve mutluluk verir.
Asıl zor olan, nefsi korumaya, onu her ne olursa olsun temizlemeye haklı çıkarmaya çalışmaktır. Allah'ın beğenmediği bir ahlakın güzel sonuç vermesi, kişiye huzur, mutluluk getirmesi mümkün değildir. Nefsinden vazgeçen bir insan ise, yaptığı her hatayı kabullenmekle, her eleştiriye, tavsiyeye açık hale gelmekle sürekli daha iyiye ulaşacaktır. Hayatı Allah'ın izniyle çok daha konforlu hale gelecektir. Hepsinden de önemlisi, nefsi kendisini Allah'ın rızasından uzaklaştıramayacak; sonsuz ahiret hayatında cennetle mükafatlanmasına engel olmayacaktır.
Nefsin, insanı alt edebilecek, kendine ait bir gücü yoktur. Nefisteki kötülükleri etkisiz hale getirebilmek, inanan ve gerçekten isteyen bir insan için çok kolaydır. Ancak bunun için insanın nefsine kesin olarak hiç acımaması, ondan yana tavır almaması, onu sahiplenmekten ve korumaktan vazgeçmesi gerekir. Nefsini adeta düşmanı gibi karşısına alması, onunla akılcı ve ilmi bir zeminde, kesintisiz bir iradeyle mücadele etmeyi göze alması gerekir.
Böyle bir kararlılık söz konusu olduğunda, Allah'ın izniyle, nefsin bu ahlaktaki bir insana karşı koyabilme gücü kalmaz. Nefis adeta o insanın kölesi haline gelir. O ne derse nefis ancak o kadarını yapabilir. Bunun dışında herhangi bir konuda insana diretmesi, onu kötü olan bir şeye çekebilmesi, yanlış bir tavır göstermeye ikna edebilmesi mümkün olmaz.
ANCAK ELBETTEKİ İNSANIN NEFSİNE KARŞI GÖSTERECEĞİ BU KARARLILIĞIN ‘ARALIKSIZ OLARAK ÖMÜR BOYU’ OLMASI GEREKMEKTEDİR. Yoksa sadece birkaç saat, bir iki gün, birkaç ay, ya da belirli seneler boyunca nefse karşı koymak, sonra “Nasıl olsa bu konu halloldu” diyerek, dikkati bu konudan çekmek olmaz. Ya da insanın, “Ben nasıl olsa nefsimi çok iyi terbiye ettim, birkaç saat ya da birkaç gün kendi haline bırakayım ve dinleneyim” gibi yanlış bir mantıkla hareket etmesi de olmaz. İnsan nefsini ne kadar iyi terbiye ederse etsin, nefis ilk fırsat bulduğu anda insana yeniden saldırma ve onu kötülüğe çekme eğilimindedir. Allah nefsin bu özelliğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."(Yusuf Suresi, 53)
Bu nedenle insan sabah kalktığı ve şuurunun açıldığı ilk andan itibaren, tekrar bilinçsiz hale geleceği uyku anına kadar, nefsine karşı tetikte olmak durumundadır. Nefis tek bir saniye imkan bulduğu anda bile, eğer boş bulunacak olursa, kişiye hiç istemediği bir söz söyletebilir ya da aksini elde etmek için çok emek verdiği halde, bir anda onu yanlış bir tavra sürükleyebilir.
Ve nefs insana kendisini çok masum, mazlum ve samimi de gösterebilir. İnsan aklını kullanmayacak olursa, içindeki bu sese kulak verdiğinde, kolaylıkla nefsine acıyıp, onu haklı bulup, onun safına geçecek bir hataya düşebilir. Allah rızası için ona doğru yolu gösteren, nefsini eleştiren kimselere karşı nefsinin avukatlığını üstlenip, her ne olursa olsun onu savunup haklı çıkarma gayreti içerisine girebilir.
İşte bu, insan için büyük bir tehlikedir. Ve bu nedenledir ki Allah insanı Kuran ayetiyle bu tehlikeye karşı uyarmış; nefsin gerçek yapısını kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla insan eğer nefsini haklı bulacak bir tavır içerisine girmişse, bu tehlikeyi görerek hiç vakit kaybetmeden hemen Allah'a sığınmalıdır. Nefsin telkinleri o an için kendisine ne kadar inandırıcı görünürse görünsün, nefsin kendisini sinsice kötülüğe çekmeye çalıştığını unutmamalıdır. Kuran'ın bu konuda kendisine nasıl bir yol gösterdiğine bakmalı ve hemen o yola uymalıdır.
Eğer insan nefsine karşı bu şekilde Allah'tan yana bir tavır koyarsa, Allah nefsinin ona verdiği olumsuz telkinleri bir anda giderir ve o kişinin aklını tam olarak temizler. Nefsin ise böyle bir insana karşı koyacak gücü kalmaz. Artık o kişi, imanıyla, vicdanıyla ve ahlakıyla, nefsini kendisi istediği gibi yönetir.
Abdülkadir Geylani’den nefsi eğitmek için tefekkürler
“Genç kardeşim, önce kendi nefsinle ilgilen, ona öğüt ver, sonra başkasına... Kendi nefsin pürüzleriyle meşgul olmaya bak, onu bırakıp da başkasına geçme!
Dikkat et ki ömründen ıslah edilmeye muhtaç birkaç günün kalmıştır; evet, sadece birkaç gün... Kendini bilemiyor, iç alemini anlayamıyor isen, başkasını kurtaramayacağını bilmelisin... Bu halinle kendini bırakıp başkasına nasıl rehberlik yapabilirsin? Çünkü insanlara ancak kalp gözü (basiret) açık olanlar (hakkı hak olarak bilip ona uyan bahtiyarlar) rehberlik edip yol gösterebilir; ve onları günah ve gaflet denizinden, ancak iyi yüzmesini becerenler kurtarabilir. Diğer bir tabirle, insanları Allah’a ancak Allah’ı bilen kimseler çevirebilir. Allah’ı bilmeyen bedbahtlar bu ulvi işe nasıl delalet edebilir?”
“Ey Hak yolcusu! Hesaba arzolunmayı nefsine bırakmak suretiyle geciktirme, ahiret gelmeden önce şu dünyada nefis muhasebesi yapmakta acele et...
Genç kardeşim! İmanın zayıflamaya yüz tuttuğu an, nefsinle ve onun bataklık ve pürüzleriyle ciddi bir şekilde meşgul ol!. Ve bu yolda yürürken seni artık çoluk-çocuğun, komşun, akraban, şehirlin ve iklimin meşgul etmesin... Çünkü iç alemin sarsıntı geçiriyor; nefis ile şehvet, iman ve irfana galip gelmiş durumdadır. Önce bunu düzeltmen lazımdır...”
“Ey Hakk’ın kapısında hizmetçi olan! Nefsi de, onun gayr-i meşru arzularını da terket... Veliler cemaatinin ayaklarının bastığı toprak ol. Cenab-ı Allah diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır. Hazret-i İbrahim (A.S.)’ı, küfür üzere bulunan babasından meydana getirmiştir. Mümin diridir, kafir ölüdür. Allah’ı bir bilen (muvahhid) diridir, Allah’a eş-ortak koşan (müşrik) ölüdür.”
Muhalefet
kılıcı ile nefsini her öldürdükçe, Allah onu yeniden diriltir. Dirilince yine
senden birçok şeyler istemeye başlar. Nefis ölmez. Sen sağ oldukça oda olur.
Yalnız o ıslah olur. İşte sen onu ıslah etmeye çalışacaksın ve bu yolda sana
mükafat verilecek.
A9 TV'Yİ MUTLAKA İZLEYİN
A9 TV kanalı reklamsız
bir kanaldır.
A9 kanalı merak
ettiğiniz konuları bulabileceğiniz çok faydalı bir kanaldır.
A9 kanalında boş ve
gereksiz yayınlar yoktur.
Sürekli faydalı yönde
yayın yapan bir kanaldır.
Bu kanalda çok faydalı
şeyler öğreneceksiniz.
A9 TV'yi sürekli takip
edin.
A9 TV'nin frekansı
12525 - S/R: 30000 - V (Dikey)
Uydu cihazınızda A9
kanalı çıkmıyorsa, mevcut A9 kanal ayarınızı silip, tekrar A9’u kurmanız
gerekmektedir. A9 kanalı televizyonunuzda mutlaka bulunsun.
Bu kanalı herkese
tavsiye etmeniz çok önemli bir hizmettir.
Aşağıdaki adresten A9
kanalını canlı izleyebilirsiniz.
ALLAH'IN VARLIĞINI İYİ KAVRAMAK
Allah'ın varlığını iyi
kavramak her insan için çok önemlidir. Allah sonsuz ilim, sonsuz akıl ve sonsuz
güç sahibidir. Allah insanlardan sonsuz büyüklüğünün iyi kavranmasını
istemektedir. Allah'ın sonsuz büyüklüğünün iyi kavranması için şöyle bir örnek
verelim. Uzaydaki bütün atomların sayısını düşünün. Bu atomların sayısı kadar
uzay olduğunu düşünün. Yine bu sayıların trilyonlarca sayılarla çarpıldığını ve
o sayılar kadar uzay olduğunu düşünün. Ne kadar çarparsak çarpalım sonsuz
büyüklüğe ulaşamayız. Böyle düşünülmezse bu konuyu kavramak mümkün olmaz ve dar
planda düşünülmüş olur. Bazı insanlar düşüncelerine belirli sınır koydukları
için Allah'ın varlığını iyi kavrayamazlar.
Allah, insanların
Kendi büyüklüğünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detaylarla
birlikte yaratmıştır. Kuran'da Allah'ın var ettiği bu düzenden bahsedilirken, "...
sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi
kuşattığını bilmeniz öğrenmeniz için" (Talak Suresi, 12) denilmektedir.
Biz uyurken,
otururken, yürürken, aklımızın ucundan bile geçirmezken Allah evrende var olan
tüm sistemleri tek tek çalıştırıp idare eder. Varlığımızın devamı için meydana
gelen işlemlerin her biri Allah'ın kontrolündedir. Küçük bir adım atabilmemiz
bile, yerin çekim kuvvetinden iskelet sistemimize, sinir ve kas sistemimizden
beynimize ve kalbimize, hatta dünyanın dönüş hızına kadar herşeyin Allah
tarafından ince ince hesaplanmış olmasına bağlıdır.
Siz sessiz sakin bir
ortamda dururken, haberiniz bile olmadan evrenin her köşesinde sayısız faaliyet
sürmektedir. Evrenin her noktasında her an meydana gelen tüm olaylar
Allah'ın izniyle, O'nun bilgisinde ve kontrolünde gerçekleşir.
Dünya koskoca taş ve
toprak kitlesidir ve küre şeklindedir. Dünyanın altı mağma doludur yani
dünyanın altında fokur fokur kaynayan ateş vardır. Bir elmayı dünya düşünürsek
dünyanın kabuğu elma kabuğu kadar incedir. Biz şu anda fokur fokur kaynayan ateşin
üzerinde yaşamaktayız. Taş, toprak ve ateş olan bu dünya süratli bir şekilde ve
sürekli olarak uzayda dönüp gitmektedir. Aynı zamanda bizde dünya ile birlikte
gitmiş oluyoruz. Fakat hiçbir sarsılma hissetmiyoruz. Allah’ın düzenleyip
kurduğu sistem öylesine mükemmel ki, siz hala bu müthiş hızı hissetmeden
yaşamınızı sürdürebiliyorsunuz. Uzayda dünya için çok sayıda tehlike vardır.
Allah’ın dilemesiyle dünya bu tehlikelerden korunmaktadır. Hiçbir insan
dünyanın kaptanı olamaz. Bütün insanlar bir araya gelseler dünyayı hiçbir
şekilde hareket ettiremezler. Dünyanın kaptanı Allah’tır. Allah sonsuz gücüyle
dünyayı sürekli ve süratli bir şekilde hem kendi ekseninde hem de güneşin
etrafında canlıların yaşayabilmesi için olması gerektiği gibi hareket
ettirmektedir. Dünyanın yolculuğundan bizim haberimiz bile olmaz. Bu yolculuk
bizim hayatımızı olumsuz yönde etkilemez. Süratli bir hızda dünyanın yüzeyinde
hiçbir canlı kalmaması gerekirken Allah’ın yarattığı yerçekimi kanunu ve
kurduğu bir çok düzen neticesinde dünyada bulunanlar bu seyahati hiç
hissetmezler. Var olan her şey gibi bu seyahatin her saniyesi Allah’ın izni ve
kontrolüyle gerçekleşir.
Yine şu anda
milyarlarca insanın kalbi, beyni, midesi, pankreası, karaciğeri, akciğeri,
sinir, solunum ve savunma sistemleri Allah'ın bilgisi dahilinde, O'nun izniyle
işliyor. Allah bunları şu ana kadar yaşamış olan insanlarda da
gerçekleştirmişti. Bundan sonraki bütün insanların vücutlarında gerçekleşecek
olan her işlemde Allah’ın izniyle olmaya devam edecektir.
Daha önce kendinize bu
soruları hiç sormuş muydunuz?
Şu an nefes almalı mıyım?
Kalbimin pompaladığı kan yeterli mi?
Hangi hücrelerimin, hangi organlarımın ne kadar miktarda enerjiye ihtiyacı var?
Midem, yediğim yiyecekleri ne zaman öğütmeye başlamalı?
Gözüme giren ışık ayarı tam gerektiği gibi mi?
Kolumu hareket ettirmek için hangi kaslarımı oynatsam?
Bu sorular kulağa garip geliyor değil mi? Çünkü hiçbir zaman biz kendimize bu soruları sormayız, hatta çoğumuz bu işlemlerin her an yapılmakta olduğundan haberdar bile değildir. Vücudumuz tüm bu işleri otomatik olarak yapar.
Şu an nefes almalı mıyım?
Kalbimin pompaladığı kan yeterli mi?
Hangi hücrelerimin, hangi organlarımın ne kadar miktarda enerjiye ihtiyacı var?
Midem, yediğim yiyecekleri ne zaman öğütmeye başlamalı?
Gözüme giren ışık ayarı tam gerektiği gibi mi?
Kolumu hareket ettirmek için hangi kaslarımı oynatsam?
Bu sorular kulağa garip geliyor değil mi? Çünkü hiçbir zaman biz kendimize bu soruları sormayız, hatta çoğumuz bu işlemlerin her an yapılmakta olduğundan haberdar bile değildir. Vücudumuz tüm bu işleri otomatik olarak yapar.
Peki bunların hepsini
sadece bir-iki saniye için sizin kontrol etmeniz gerekseydi neler olurdu?
Elbette bunların tümünü aynı anda kontrol etmemiz mümkün değildir. Hiçbir insan
ne kendi vücudundaki işlemleri nede başka insanların vücutlarındaki işlemleri
kontrol edemez. Ancak Allah'ın kusursuz yaratışı sayesinde beyin ve vücudumuzun
diğer bölümleri işbirliği içinde tüm bunları, biz hiçbir şey yapmadan
hallederler.
Toprağın altında ve
üstünde yaşayan bütün canlılar şu anda Allah'ın izni ile rızkını arıyor ve
hepsinin rızkını Allah veriyor. Avlanmaları, beslenmeleri, barınmaları,
tehlikelerden korunmaları tek tek Allah'ın kontrolünde yaratılıyor. Kuran'da bu
sır bize şöyle haber verilir:
Yeryüzünde hiçbir
canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve
geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır.
(Hud Suresi, 6)
Allah geçmişte, şu
anda ve gelecekteki insanların gördüğü görüntüleri, düşüncelerini,
hissettiklerini ve neler yaptığını bilmektedir. Allah şu anda bütün insanların
gördüğü görüntüleri o insanların beyninde yaratmaya devam etmektedir. Yani
Allah şu an izlediğiniz görüntüleri size kesintisiz olarak izlettirmektedir.
Sonsuz bir gücün her an kontrolündeyiz. Allah'ın yaratması her yerde ve her an
devam etmektedir. Gördüğümüz görüntülerin hepsi Allah'a aittir. Ruhunuz,
bedeniniz, mallarınız yani sahip olduğunuz herşey size ait değildir. Onları
size Allah emanet olarak vermiştir. Bütün evreni Allah yarattığına göre
içindeki herşeyin sahibi Allah'tır. Allah herşeyin Kendisi'ne ait olduğunu
şöyle bildirmektedir:
Göklerin, yerin ve
içlerinde olanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, herşeye güç yetirendir.
(Maide Suresi, 120)
Herşeyin sahibi Allah
olduğuna göre, Allah'ın yarattıklarına kapılıp, Allah'a şükretmemek ve Allah'ı
unutmak Allah'ın rızasına aykırı olur. Allah insanlara malların ve
çocukların Kendisi'ni unutturmamasını emretmiştir:
Ey iman edenler, ne
mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya
kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta
kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)
Dünyada bulunan milyon
sayıda hayvan türünün her birinin tüm fonksiyonları Allah'ın izni ile çalışıyor.
Allah'ın ilmi, aklı, gücü, rahmeti, şefkati, merhameti, ihsanı sonsuzdur.
Her insan ise aklı ve vicdanı ölçüsünde Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilmek için
çaba göstermelidir.
"Sonsuz"
kelimesi Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilmek için üzerinde iyi düşünülmesi
gereken bir kavramdır. Örneğin sınırlı ömürlerini tamamladıktan sonra Allah
insanları yeni bir yaratılışla yaratacak ve bundan sonra dünyada yaptıklarının
bir karşılığı olarak cennet veya cehennemde devam edecek olan sonsuz ömürleri
başlayacaktır. Burada yüz değil, bin değil, yüzbin veya milyar yıl da değil,
trilyon ya da katrilyon x katrilyon x katrilyon yıl da değil, sonsuza kadar
sürecek bir ömürden bahsedilmektedir. Şöyle bir örnekle sonsuz yaşamın ne
derece olağanüstü olduğunu vurgulayabiliriz: Yüz trilyon insan olsa, gece
gündüz hiç durmadan yüz trilyonu yüz trilyon ile çarpsalar ve yüz trilyon yıl
ömürleri olsa ve ömürleri boyunca bu işle uğraşsalar, yine de sonsuz yaşamı
hesaplayamazlar.
Oysa Allah öyle bir
ilme sahiptir ki, bizim aklımızın asla alamayacağı sonsuz zamanın tamamını
bilmektedir. Zamanın ilk yaratıldığı andan sonsuza kadar geçecek olan her olay,
her düşünce, vakitleri ve şekilleri ile Allah'ın ilmiyle belirlenmiş ve
bitmiştir. YANİ ALLAH SONSUZ ZAMAN İÇİNDE GEÇEN HER ŞEYİ SONSUZ EVVELDE VE
SONSUZ KISA ZAMAN İÇİNDE YARATIP BİTİRMİŞTİR. Bu ise Allah'ın ilminin ve
gücünün sonsuz olduğunu gösterir. O nedenle Allah bizi imtihan ederken bizim
nasıl olduğumuza bakacak ve sonra bizim için karar verecektir diye düşünmek
yanlış olur. Allah sadece insanlara kendilerinin ne olduğunu kendilerine
göstermektedir. Allah sizin 100 trilyon yıl sonraki halinizi tüm detaylarıyla
bilmektedir. Ama hiçbir insanın o zamanki halini düşünebilmesi mümkün değildir.
Allah bütün insanların dünya ve ahiret hayatındaki bütün yaşantısını
bilmektedir. Zamanı ve zamana bağlı olan herşeyi yaratan Allah'tır. Allah
zamana bağlı olmadığı için Allah'tan önce ne vardı sorusunun bir anlamı yoktur. Allah
zamandan ve mekandan münezzehtir.
Allah insanı dünyanın
bir imtihan olmasının gereği acizliklerle yaratmıştır. İnsanın acıkması,
susaması, temizlenmek zorunda olması, hastalanması, tuvalet ihtiyacını
karşılamak zorunda olması, hata etmesi, unutması ve yaşlanması insanda olan
acizliklerdir. Allah bütün acizliklerden münezzehtir. Allah'ın aciz olması
hiçbir zaman mümkün olamaz.
İnsan Allah'ın ilminin
büyüklüğünü gücünün yettiğinin en fazlasıyla kavrayabilmek için ciddi olarak
çaba harcamalı ve düşünmelidir. İnsanlık tarihinin başından bugüne kadar
milyarlarca insan yaşamıştır. Yani Allah milyarlarca çift göz, milyarlarca
değişik parmak izi, milyarlarca farklı göz dokusu, milyarlarca değişik insan
tipi yaratmıştır ve eğer dilerse bu kişilerden sonsuz sayıda daha yaratabilir.
Çünkü ayetin de ifadesiyle; "...O, yaratmada dilediğini arttırır.
Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir." (Fatır Suresi, 1)
Allah insanın hiç
bilmediği ve sahip olduğu sınırlı akılla anlamakta güçlük çekeceği daha bir çok
şey yaratmaya kadirdir. Dünyada biz kullarına verdiği ucu bucağı belli olmayan
herşeyin hazineleri Allah'ın Katındadır. Bize sadece dilediği kadarını,
dilediği miktar ile indirmiştir:
Hiçbir şey yoktur ki,
hazineleri Bizim Katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak
indiririz. (Hicr Suresi, 21)
Allah'ın üstün
yaratmasındaki bu gerçek bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm kavramlar için
geçerlidir. Nitekim "…ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri
yaratmaktadır?" (Nahl Suresi, 8) ayetiyle de Allah'ın bilmediğimiz nice
şeyler yarattığına dikkat çekilmiştir.
Bizim sahip olduğumuz
bilgi sadece Allah'ın izin verdiği kadarıdır. Allah’ın ilmi ise sonsuzdur.
Örneğin Allah dünyada insan için 7 ana renk var etmiştir. Biz sekizinci bir
rengi zihnimizde canlandıramayız. Oysa Allah 8, 9 veya 10
hatta sonsuz sayıda ana renk yaratabilir ama biz Allah'ın bize
gösterdikleri dışındakileri kavrayamayız. İnsanın beş duyusu vardır, altıncıyı hayal
bile edemez. Oysa Allah'ın altıncı duyuyu yaratmak için sadece "Ol"
demesi yeterlidir. Bunun gibi Allah hiç bilmediğimiz sonsuz sayıda duyu
yaratabilir. Kuran’da Allah’ın ölüleri nasıl dirilteceğini kavrayamayan
insanlar geçmektedir. Allah dilerse sonsuz sayıda insan yaratır ve bu sonsuz
sayıdaki insanları sonsuza kadar sürekli öldürüp diriltebilir. Allah dilerse
insanları hiçbir neden olmaksızın sonsuza kadar acı çektirebilir. Allah dilerse
dünyayı ve tüm evreni istediği anda yok edebilir. Allah bunları yaparken
Allah’ı hiç kimsenin engelleyebilmesi mümkün değildir. Allah sonsuz sayıda
farklı insan, sonsuz sayıda farklı meyve, sonsuz sayıda farklı yemek, sonsuz
sayıda farklı içecek, sonsuz sayıda farklı tad, sonsuz sayıda farklı renk,
sonsuz sayıda farklı evren yaratabilir. HAYALİMİZE GELMESİ MÜMKÜN OLAN VE
OLMAYAN HERŞEYİN SONSUZUNU ALLAH BİLMEKTEDİR. ALLAH DİLEDİĞİ ANDA BUNLARI
YARATABİLİR. Biz ise Allah’ın bize bildirdikleri dışında hiçbir bilgiye
sahip olamayız. Allah'ın hiçbir sıfatı hiçbir zaman kaybolmaz. Allah
ezeli ve ebedidir. Burdaki yazılar Allah’ın varlığını iyi kavramanız için
anlatıldı. Çünkü bu büyük gerçeği düşünmek ve hatırlatmak Allah’a kul olan her
insan için bir sorumluluktur.
ÇOCUK EĞİTİMİNDE ÇOK
ÖNEMLİ BİLGİLER
Çocuk ile birebir konuşmak çok önemlidir. Öncelikle çocuğun gönlünün hoşnut olabileceği bir ortam olması gerekir. Çocuğun sıkılacağı bir yer olmaması gerekir. Çocuğun hoşuna gideceği bir yemek yediği esnada da konuşmak iyi olur. Böyle olduğunda çocuğun nefsi gerilime düşmesi durumunu önlemek içindir. Yani çocuğun nefsini rahatlatmak gerekir. Ondan sonra çok akıllı olarak dünyadaki güzelliklerin Allah tarafından yaratıldığını çok kapsamlı anlatmak gerekir. Fakat dünyadaki kötülüklerinde olduğunu anlatmak gerekir. Yani bir istenecek birde kaçınılacak şeylerin olması gibi ikiye ayırmak gerekir. Örneğin sokağın tehlikesini çok akılcı tekrar ederek çok iyi anlatmak gerekir. Hatta gerekirse çocuğa filmde gösterilebilir. Mesela bazı film sahneleri ve gazete haberleri gösterilebilir. Bunlar ise tehlikeye karşı dikkat çekmek için çocuğa anlatılır. Çünkü çocuklarda resim hafızası güçlüdür. Onun için görüntü hafızasını iyi kullanmak gerekir. Çok şahsiyetli bir tavırla onunda şahsiyetli olduğunu çocuğa hissettirerek konuşmak gerekir. Çocuğa en tehlikeli konulardan biri ise çocuğa çocuk olduğunu hissettiren konuşmadır. Yani orda çocuk delirir ve dengesi bozulur. Çünkü kendine değer verilmediğini anlar. Adam yerine koyulmadığını anlar. Çünkü çocuk yerine koymak çocuk için çok kızdırıcı bir şeydir. Çok anormal bir harekettir. Yani bu durum çocuğun kısmen hoşuna gidebilir ama kafasının bozulmasınada neden olur. Yani muhakeme ve yargısı bozulur. Artık sorumsuzluğu esas alır. Sorumluluk duygusunu kaldırır. Her şeyi karşı tarafa yüklemeye başlar. Çocuğa aklın ne olduğunu, akılcılığın ne olduğu anlatılabilir. Yani akıl ve olgunluk sevdirilebilir. Akıllı ve olgun olduğunda mükafatlandırmakta iyi olur. Mesela akıllı konuştuğunda mükafatlandırmak, akılcı bir seçim yaptığında mükafatlandırmak veya bir tehlikeye karşı tedbir aldığında küçük bir hediye ile mükafatlandırmak iyi olur. Mesela çocuğa sevdiği bir yiyecek veya oyuncak alınabilir. Çocuğun akıllı, kaliteli ve temiz olmasının her eyleminde onu mükafatlandırmak çocuğun bilinçaltında çok güçlü bir yapı meydana getirir. Dolayısıyla o çocuk bir süre sonra akıllı, kaliteli, temiz ve derli toplu olmaktan zevk almaya başlar. Ama bunada çok özenli bir dikkat gerekir. Mesela çocuklara sıradan bir şekilde yapma etme demek çok üstün körü durumu meydana getirir. Çocuğun elektrikli aletlere, yüksek yerlere veya balkonun ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak gerekir. Bunlar film ilede gösterilebilir. Balkonun kenarına gidip balkonun tehlikeli olduğu çocuğa gösterildiğinde çocukta bu riski görmüş olur. Çocuğa yükseklikle ilgili ayrı bir bilgi verilmesi gerekir. Bunun yanında elektriğin, suyun, kötü insanların tehlikesinin bildirilmesi gerekir. Ayrıca çocuklara iyi insanları tanımayı öğretmek gerekir. İyi insanı anlatırkende çocuğa Allah'tan bahseden, Allah'tan korkan, güzel huylu ve sevecen olarak öğretilmesi gerekir. Çocuğun temiz yüzlü insanlara karşı sevgi duymasını sağlamak gerekir. Çocuk eğitimi çok yoğun dikkat gerektiren bir şeydir. Çocuğa ölümden bahsederken şunları diyebiliriz. Ölümde aynı rüyadan kalkacağımız gibi kalkacağız. Sen öldüğün an bende senin yanında olacağım. Bunları çocuğa tam kavrayacağı şekilde anlatmak önemlidir. Eğer çocuğa samimi anlatılırsa Allah o çocuğun kalbine imanı yerleştirebilir. Allah küçükte olsa çocuklara hidayet verebilir. Çocuğa özenli bir ilgi gösterilmesi gerekir. Çocuğa sinirlenmemek çok önemlidir. Çocuğa kızmak, bağırmak çocuğa çok ters etki yapar. Bu durum çocuğun bilinçaltına oturur ve çocuk onu unutmayabilir. Böyle bir şeyden kesinlikle kaçınmak gerekir. Çocukları dövmek büyük rezalettir. Bu durumda çocuk kendine olan saygısını kaybeder. Çocukta çok olumsuz bir etki meydana gelir. Bu çok tehlikeli birşeydir. Çocuklara daima şefkatle ve akılcı yaklaşmak gerekir. Çok iyi dikkati teksif edip özenle anlatmak gerekir.
Çocuğa dini öğretmek çok önemlidir. Din dünyanın en kaliteli insanının yaşadığı sistemdir. Dindar dünyanın en kaliteli insanıdır. En akıllı, en basiretli, en ferasetli, vicdanlı, makul düşünen, son derece güvenilir bir insandır. Din dünyayı en mükemmel şekilde kullanacağımız sistemdir. Allah’ın dünyayı nasıl kullanacağımıza dair anlattığı bir sanattır. Çocuğa din öğretilmezse çocuğun ruhu boşlukta kalır. Dünyayı kabus gibi görür. Annesinin, babasının ve kendisinin bir gün öleceğini düşünen bir çocuk ruh hastası olur. Fakat annesi ve babası ile cennette olacağını bilen bir çocuk ruhen ve bedenen çok sağlıklı olur ve zinde olur. Öbür türlü yıkım meydana getirir. Annesi ve babası ölen çocuğa artık birdaha annen ve baban asla gelmeyecek, yokluk oldu, boşluk oldu denilirse bu çocuk için yıkımdır. Kendisinin de bir gün öyle olacağını düşünürse bu durum çocuk için dehşet vericidir. Eğer çocuğa bizleri Allah yaratmıştır, ahirette birlikte olacağız, cennette birlikte olacağız, annene ve babana en kısa zamanda sende kavuşacaksın söylendiğinde o çocuğun ruhu rahatlık içinde olur ve sevgisi devam eder ve içinde bir yıkım meydana gelmez. Dolayısıyla din ruhun gıdasıdır. Din insanların zinde, neşeli, sıhhatli olmasını sağlayan ruhi bir ilaçtır. Allah bizi din ile mutlu olacak şekilde yaratmıştır. Din gittiğinde insanların sağlığı bozulur. İnsanların mutsuz olmasının nedeni de din eğitiminin yeterli yapılmamasıdır.
Çocuk terbiyesinde en dikkat edilmesi gereken konu çocuğa saygı duymak ve ona değer vermektir. Büyük yaştaki bir insana nasıl davranılıyorsa çocuğada o şekilde davranılması gerekir. Yani çocuğa hürmet edilmesi, ona saygıyla ve akıllı konuşulması gerekir. Gerizekalı birisiyle konuşurmuş gibi çocuk ile konuşulursa çocuğun üstüne şeytani bir delilik çöker ve çocuk başınıza bela olur. Bu çok yanlıştır. Çocuğa saygı duyulursa, değer verilirse, ona Allah sevdirilmişse, çocuğa Allah’ın koruması altında olduğu söylendiyse, Allah’ın cennet yarattığını, bizim yeniden hep beraber cennete gideceğimizi, annesi ve babasıyla cennette buluşacağı söylendiyse, kötülük yapanların Allah’ın cezalandırdığını ama cezasındada Allah’ın çok şefkatli olduğu söylendiyse o çocuk nur gibi olur. Dünya tatlısı olur. Elinden yüzünden muhabbet yayılır. Çocuğa Allah’ın onun için yarattığı güzel nimetleri anlatarak çocuğa Allah’ı sevdirmek önemlidir. Çocuğa bak çikolatayı Allah yaratıyor, bu güzel elmaları Allah yaratıyor, bu elmanın çekirdeğindeki bütün elma ağacının detayları saklı, küçücük bir elma çekirdeğinde koskoca bir elma ağacı meydana geliyor, bir çok dal veriyor, yüzlerce meyve veriyor, yüzlerce çiçek açıyor, bunlar ise sadece küçük bir çekirdekten meydana geliyor.. Bunları çocuğa anlatmak iyi olur. Mesela yüce Allah’ın tavus kuşunu güzel yarattığını, kedideki sevimliliği Allah’ın yarattığını, kuşun renklerindeki güzelliği, kelebeklerin kanatlarındaki simetriği gösterip çocuğa bak çocuğum burdada bir yuvarlak var, aynısı burdada var, şeytan denilen bir varlık var ve oda bunun tam tersini söyler. Yani bunun tesadüf olduğunu söyler. Çocuğum bu hiç tesadüfen olurmu diye mantık örgüsüyle aklını kullandırtarak Allah’ın varlığını ona iyice pekişecek şekilde anlatmak gerekir. Çocuklar bu şekilde eğitilirlerse ömür boyu dengeli ve tutarlı olurlar ve çok çok güzel olurlar.
Çocuklar Allah sevgisi ve Allah korkusu ile yetiştirilmelidir.Çocuklara Allah sevgisi,Allah korkusu verilmezse, şefkati, derinliği, Allah’ı aşkla sevme öğretilmezse çocuk yarı deli gibi olur.Burda aile sevgisi ile Allah sevgisinin iyi ayırt etmek gerekir. Aile sevgisi ile yetişipte kötülük yapanlar olmuştur. Aile sevgisi yeterli değildir. Esas olan Kuran ve Allah sevgisidir. Allah sevgisi ve Allah korkusuyla yetişen insanlar güzel ahlaklı, dengeli ve tutarlı olurlar. Çocuğa derin saygı gösterilmesi gerekir. Çocuğa çok akılcı, sevecen ve Allah aşkıyla yaklaşmak gerekir. Son derece candan olmak gerekir. Çocuk bizdeki samimi imanı görürse Allah çocuğun ruhunu sonuna kadar açar ve o çocuk bereketli olur.
Çocuk ile birebir konuşmak çok önemlidir. Öncelikle çocuğun gönlünün hoşnut olabileceği bir ortam olması gerekir. Çocuğun sıkılacağı bir yer olmaması gerekir. Çocuğun hoşuna gideceği bir yemek yediği esnada da konuşmak iyi olur. Böyle olduğunda çocuğun nefsi gerilime düşmesi durumunu önlemek içindir. Yani çocuğun nefsini rahatlatmak gerekir. Ondan sonra çok akıllı olarak dünyadaki güzelliklerin Allah tarafından yaratıldığını çok kapsamlı anlatmak gerekir. Fakat dünyadaki kötülüklerinde olduğunu anlatmak gerekir. Yani bir istenecek birde kaçınılacak şeylerin olması gibi ikiye ayırmak gerekir. Örneğin sokağın tehlikesini çok akılcı tekrar ederek çok iyi anlatmak gerekir. Hatta gerekirse çocuğa filmde gösterilebilir. Mesela bazı film sahneleri ve gazete haberleri gösterilebilir. Bunlar ise tehlikeye karşı dikkat çekmek için çocuğa anlatılır. Çünkü çocuklarda resim hafızası güçlüdür. Onun için görüntü hafızasını iyi kullanmak gerekir. Çok şahsiyetli bir tavırla onunda şahsiyetli olduğunu çocuğa hissettirerek konuşmak gerekir. Çocuğa en tehlikeli konulardan biri ise çocuğa çocuk olduğunu hissettiren konuşmadır. Yani orda çocuk delirir ve dengesi bozulur. Çünkü kendine değer verilmediğini anlar. Adam yerine koyulmadığını anlar. Çünkü çocuk yerine koymak çocuk için çok kızdırıcı bir şeydir. Çok anormal bir harekettir. Yani bu durum çocuğun kısmen hoşuna gidebilir ama kafasının bozulmasınada neden olur. Yani muhakeme ve yargısı bozulur. Artık sorumsuzluğu esas alır. Sorumluluk duygusunu kaldırır. Her şeyi karşı tarafa yüklemeye başlar. Çocuğa aklın ne olduğunu, akılcılığın ne olduğu anlatılabilir. Yani akıl ve olgunluk sevdirilebilir. Akıllı ve olgun olduğunda mükafatlandırmakta iyi olur. Mesela akıllı konuştuğunda mükafatlandırmak, akılcı bir seçim yaptığında mükafatlandırmak veya bir tehlikeye karşı tedbir aldığında küçük bir hediye ile mükafatlandırmak iyi olur. Mesela çocuğa sevdiği bir yiyecek veya oyuncak alınabilir. Çocuğun akıllı, kaliteli ve temiz olmasının her eyleminde onu mükafatlandırmak çocuğun bilinçaltında çok güçlü bir yapı meydana getirir. Dolayısıyla o çocuk bir süre sonra akıllı, kaliteli, temiz ve derli toplu olmaktan zevk almaya başlar. Ama bunada çok özenli bir dikkat gerekir. Mesela çocuklara sıradan bir şekilde yapma etme demek çok üstün körü durumu meydana getirir. Çocuğun elektrikli aletlere, yüksek yerlere veya balkonun ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak gerekir. Bunlar film ilede gösterilebilir. Balkonun kenarına gidip balkonun tehlikeli olduğu çocuğa gösterildiğinde çocukta bu riski görmüş olur. Çocuğa yükseklikle ilgili ayrı bir bilgi verilmesi gerekir. Bunun yanında elektriğin, suyun, kötü insanların tehlikesinin bildirilmesi gerekir. Ayrıca çocuklara iyi insanları tanımayı öğretmek gerekir. İyi insanı anlatırkende çocuğa Allah'tan bahseden, Allah'tan korkan, güzel huylu ve sevecen olarak öğretilmesi gerekir. Çocuğun temiz yüzlü insanlara karşı sevgi duymasını sağlamak gerekir. Çocuk eğitimi çok yoğun dikkat gerektiren bir şeydir. Çocuğa ölümden bahsederken şunları diyebiliriz. Ölümde aynı rüyadan kalkacağımız gibi kalkacağız. Sen öldüğün an bende senin yanında olacağım. Bunları çocuğa tam kavrayacağı şekilde anlatmak önemlidir. Eğer çocuğa samimi anlatılırsa Allah o çocuğun kalbine imanı yerleştirebilir. Allah küçükte olsa çocuklara hidayet verebilir. Çocuğa özenli bir ilgi gösterilmesi gerekir. Çocuğa sinirlenmemek çok önemlidir. Çocuğa kızmak, bağırmak çocuğa çok ters etki yapar. Bu durum çocuğun bilinçaltına oturur ve çocuk onu unutmayabilir. Böyle bir şeyden kesinlikle kaçınmak gerekir. Çocukları dövmek büyük rezalettir. Bu durumda çocuk kendine olan saygısını kaybeder. Çocukta çok olumsuz bir etki meydana gelir. Bu çok tehlikeli birşeydir. Çocuklara daima şefkatle ve akılcı yaklaşmak gerekir. Çok iyi dikkati teksif edip özenle anlatmak gerekir.
Çocuğa dini öğretmek çok önemlidir. Din dünyanın en kaliteli insanının yaşadığı sistemdir. Dindar dünyanın en kaliteli insanıdır. En akıllı, en basiretli, en ferasetli, vicdanlı, makul düşünen, son derece güvenilir bir insandır. Din dünyayı en mükemmel şekilde kullanacağımız sistemdir. Allah’ın dünyayı nasıl kullanacağımıza dair anlattığı bir sanattır. Çocuğa din öğretilmezse çocuğun ruhu boşlukta kalır. Dünyayı kabus gibi görür. Annesinin, babasının ve kendisinin bir gün öleceğini düşünen bir çocuk ruh hastası olur. Fakat annesi ve babası ile cennette olacağını bilen bir çocuk ruhen ve bedenen çok sağlıklı olur ve zinde olur. Öbür türlü yıkım meydana getirir. Annesi ve babası ölen çocuğa artık birdaha annen ve baban asla gelmeyecek, yokluk oldu, boşluk oldu denilirse bu çocuk için yıkımdır. Kendisinin de bir gün öyle olacağını düşünürse bu durum çocuk için dehşet vericidir. Eğer çocuğa bizleri Allah yaratmıştır, ahirette birlikte olacağız, cennette birlikte olacağız, annene ve babana en kısa zamanda sende kavuşacaksın söylendiğinde o çocuğun ruhu rahatlık içinde olur ve sevgisi devam eder ve içinde bir yıkım meydana gelmez. Dolayısıyla din ruhun gıdasıdır. Din insanların zinde, neşeli, sıhhatli olmasını sağlayan ruhi bir ilaçtır. Allah bizi din ile mutlu olacak şekilde yaratmıştır. Din gittiğinde insanların sağlığı bozulur. İnsanların mutsuz olmasının nedeni de din eğitiminin yeterli yapılmamasıdır.
Çocuk terbiyesinde en dikkat edilmesi gereken konu çocuğa saygı duymak ve ona değer vermektir. Büyük yaştaki bir insana nasıl davranılıyorsa çocuğada o şekilde davranılması gerekir. Yani çocuğa hürmet edilmesi, ona saygıyla ve akıllı konuşulması gerekir. Gerizekalı birisiyle konuşurmuş gibi çocuk ile konuşulursa çocuğun üstüne şeytani bir delilik çöker ve çocuk başınıza bela olur. Bu çok yanlıştır. Çocuğa saygı duyulursa, değer verilirse, ona Allah sevdirilmişse, çocuğa Allah’ın koruması altında olduğu söylendiyse, Allah’ın cennet yarattığını, bizim yeniden hep beraber cennete gideceğimizi, annesi ve babasıyla cennette buluşacağı söylendiyse, kötülük yapanların Allah’ın cezalandırdığını ama cezasındada Allah’ın çok şefkatli olduğu söylendiyse o çocuk nur gibi olur. Dünya tatlısı olur. Elinden yüzünden muhabbet yayılır. Çocuğa Allah’ın onun için yarattığı güzel nimetleri anlatarak çocuğa Allah’ı sevdirmek önemlidir. Çocuğa bak çikolatayı Allah yaratıyor, bu güzel elmaları Allah yaratıyor, bu elmanın çekirdeğindeki bütün elma ağacının detayları saklı, küçücük bir elma çekirdeğinde koskoca bir elma ağacı meydana geliyor, bir çok dal veriyor, yüzlerce meyve veriyor, yüzlerce çiçek açıyor, bunlar ise sadece küçük bir çekirdekten meydana geliyor.. Bunları çocuğa anlatmak iyi olur. Mesela yüce Allah’ın tavus kuşunu güzel yarattığını, kedideki sevimliliği Allah’ın yarattığını, kuşun renklerindeki güzelliği, kelebeklerin kanatlarındaki simetriği gösterip çocuğa bak çocuğum burdada bir yuvarlak var, aynısı burdada var, şeytan denilen bir varlık var ve oda bunun tam tersini söyler. Yani bunun tesadüf olduğunu söyler. Çocuğum bu hiç tesadüfen olurmu diye mantık örgüsüyle aklını kullandırtarak Allah’ın varlığını ona iyice pekişecek şekilde anlatmak gerekir. Çocuklar bu şekilde eğitilirlerse ömür boyu dengeli ve tutarlı olurlar ve çok çok güzel olurlar.
Çocuklar Allah sevgisi ve Allah korkusu ile yetiştirilmelidir.Çocuklara Allah sevgisi,Allah korkusu verilmezse, şefkati, derinliği, Allah’ı aşkla sevme öğretilmezse çocuk yarı deli gibi olur.Burda aile sevgisi ile Allah sevgisinin iyi ayırt etmek gerekir. Aile sevgisi ile yetişipte kötülük yapanlar olmuştur. Aile sevgisi yeterli değildir. Esas olan Kuran ve Allah sevgisidir. Allah sevgisi ve Allah korkusuyla yetişen insanlar güzel ahlaklı, dengeli ve tutarlı olurlar. Çocuğa derin saygı gösterilmesi gerekir. Çocuğa çok akılcı, sevecen ve Allah aşkıyla yaklaşmak gerekir. Son derece candan olmak gerekir. Çocuk bizdeki samimi imanı görürse Allah çocuğun ruhunu sonuna kadar açar ve o çocuk bereketli olur.
YAŞANAN HERŞEY...
Yaşanan herşeyde hayır ve hikmet vardır.
Yaşanan herşey insanın ruhen ve ahlaken olgunlaşması içindir.
Yaşanan herşey Allah'ın insanları denemesi ve eğitmesi içindir.
Yaşanan herşey
Allah'ın insanlara kendilerinin ne olduğunu kendilerine göstermesi içindir.
Yaşanan herşey Allah'ın yaratmasıyla olur.
Yaşanan herşey Allah'ın kontrolü altındadır.
Yaşanan herşey kaderin içinde yer alır.
Yaşanan herşey Allah'ın sonsuz evvelde ve sonsuz kısa zaman içinde yaratıp bitirdiği olaylardır.
Yaşanan herşey insanın beyninin içindeki görüntüler ve algılardan oluşur.
Yaşanan herşey beynimizde oluşan hayaldir, rüyadır.
Yaşanan herşey geçicidir.
Bundan sonrada yaşanacak herşey geçici olacak yani hepsi bitecektir.
Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı... (Mülk Suresi, 2)
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)
Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.
(Fecr Suresi, 15-16)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 34-35)
Yaşanan herşey Allah'ın yaratmasıyla olur.
Yaşanan herşey Allah'ın kontrolü altındadır.
Yaşanan herşey kaderin içinde yer alır.
Yaşanan herşey Allah'ın sonsuz evvelde ve sonsuz kısa zaman içinde yaratıp bitirdiği olaylardır.
Yaşanan herşey insanın beyninin içindeki görüntüler ve algılardan oluşur.
Yaşanan herşey beynimizde oluşan hayaldir, rüyadır.
Yaşanan herşey geçicidir.
Bundan sonrada yaşanacak herşey geçici olacak yani hepsi bitecektir.
Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı... (Mülk Suresi, 2)
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)
Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der.
(Fecr Suresi, 15-16)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 34-35)
İNSAN VESVESEDEN NASIL KURTULUR
Allah'ın Kuran'da
bildirdiği gibi şeytanın hileli düzeni çok zayıftır. (Nisa Suresi, 76) İman
edenler ve Rableri'ne tevekkül edenler üzerinde bir etkisi yoktur. Allah
müminlere kendilerine bir vesvese geldiği zaman ne yapmaları ve bu vesveseden
nasıl kurtulmaları gerektiğini Kuran'da bildirmiştir. Vesvese şeytanın bir
oyunudur. Kuran'a tabi olan müminler kendilerin...e bir vesvese geldiği zaman
hemen şeytandan Allah'a sığınırlar.Kısa süre içinde akıllarından geçen
düşüncenin şeytana ait bir vesvese olduğunu anlarlar. Hiçbir kuruntuya, ya da
sıkıntıya kapılmadan, Allah'ı zikreder ve şeytanın bu pisliğinden kurtulurlar.
Vesveseyi ciddiye almamak gerekir. Vesveseyi ciddiye almazsanız vesvese gider.
Allah Kuran'da kendilerine vesvese geldiğinde müminlerin bunu hemen düşünüp tanıyacaklarını şöyle bildirmiştir:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir...
(Araf Suresi, 200-201)
Allah Kuran'da kendilerine vesvese geldiğinde müminlerin bunu hemen düşünüp tanıyacaklarını şöyle bildirmiştir:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir...
(Araf Suresi, 200-201)
İnsanların gelişebilmesi için vesveseye ihtiyaç vardır. Vesveseler olmasaydı beynimiz çok durağan olurdu. Biz vesvese ile mücadele ederek hem kişiliğimizi geliştiriyoruz, hemde cennetteki karakterimizin sağlamlaşmasını sağlıyoruz. Yani çok güçlü bir karaktere doğru gitmiş oluyoruz. Vesvesenin çözümlerinden biriside vesveseyi sonraki zamanlara bırakmaktır. Yani vesveseye ben seni sonraki zamanlar ne dediğine bakarım diyebilirsiniz. Zaten zaman geçtikçe o düşünceyi de unutmuş olacaksınız. Bu ise o anki düşündüğünüz şeyin önemli olmadığını gösterir. En güzeli Allah’a sığınmaktır, kaderi unutmamaktır ve Allah’ın yarattıklarına karşı şefkatle bakmaktır.